Bir “kıldan ince kılıçtan keskin” gece idi. Mahşer yerine dönmüştü ortalık. Orada bize, bin yıldır burada yaşayıp bin yıldır burada ölen bize “memleketin namusunu korumak” kaldı. Şu uzun sayılabilecek ömrüm boyunca bana düşen daha önemli bir vazife yoktu. Bundan sonrasında da olur mu bilmem.
Göğsümüzün önde, başımızın dik, ellerimizin havada olduğu o kıldan ince kılıçtan keskin gecede bize cesaret kaldı. “Bir adım geriye gitmeyen” cesaret. Yürüyerek ölüme giden cesaret. Memleketi kurtarmak için aceleyle çıkılan sokakların ve “ölürsek kefenimiz üzerimizde olsun” diye düşünüldüğü için sandıktan çıkarılan ihramların cesareti. Memleket için gözünü kırpmadan ölebilmenin cesareti.
Zaten bize ait olan göğün zaten bize ait olduğunun bir kez daha anlaşılmış olması kaldı bize. Okunan salalar da bunun böyle olduğunun bir teminatı olarak asıldı göğe. Bir ziynet gibi aydınlattılar gecenin karanlığını. Her an...