10 yıl kadar önce izlediğim ve adını belli belirsiz “çocuklar nereye gitti?” olarak hatırladığım bir belgesel, hem Avrupa’daki doğum oranlarının düşüklüğü hem de modern hayatın yeni kuralları üzerinden çocukların “sokakta” olmadığını anlatıyordu. Boş parklar, daha da boş arsalar hüzünlü hüzünlü arz-ı endam ediyordu belgeselde.
Üzülmüştüm. Hem de çok üzülmüştüm. Bizim ülkemizde durumun çocuklar lehine daha iyi olmasına da şükretmiştim.
Aradan geçen 10 yılın sonunda, çocukların “kapalı” kalmasından çok daha vahim bir üzüntüyle karşı karşıya bıraktı beni hayat. Şimdi sorum şu: Çocukları kim koruyacak?
Hayır. Çocuklarımızın sosyal medya ve internet karşısındaki savunmasızlığından bahsetmiyorum. Modern hayatın getirisi olarak “yapayalnız” büyüyen çocuklardan da söz etmiyorum.
Doğrudan doğruya pedofili yaygınlaşmasından ve doğrudan doğruya cinsel oryantasyon sapmalarından bahsediyorum.
Hatırlayacaksınız, geçtiğimiz günlerde LGBT’nin “onur yürüyüşü” yapıldı dünyanın hemen her yerinde. Sanki sözleşilmiş, üzerinde anlaşmaya varılmış, ortak bir plan yapılmış gibi “onur yürüyüşleri” adlı etkinliklerin hemen hepsinde “eşcinsel görünümlü çocuklar” vitrindeydi.