“Salim’in yüzünden bulutlar geçiyordu o sıra. Büyü yoktu, ama büyümek vardı ve o en çok yüzdeki bulutlarla alakalı bir meseleydi. Bunu bir tek, bir köşede usul usul düğün yemeği yiyen Çolak Emin anladı. Kesik kolunun sızılayan yerini yokladı. Acıyordu niyeyse.”
Tam 5 yıl olmuş Salim’in hikayesini anlatalı. O zamanlar, “Çolak Emin’in hikayesini de yazmak lazım” dediydim. Niyeyse nasip olmamış.
Niye düştü bakalım Çolak Emin aklıma? “Geçen hafta geçindi” dediler de oradan düştü. Ölene, dünyayla geçindiği için mi derler “geçindi” diye yahut ahirette nasılsa bir şekilde geçinecek diye mi, orasını da bilmem.
Emin’in lakabı ta küçüklükten kalma. Kesilen bir ağacın altından vakitli kaçamamış. “Ölür” demişler ama bir kolu dirsekten verme karşılığında tutunmuş hayata. Hem ne güzel tutunmuş.
Köylük yerde bir kolu bir yok bir oğlanın işi ne olur? Yazıya yabana süremezsin, koyuna kuzuya veremezsin. “Okusun madem” denilmiş mecbur. Yan köydeki kaçak medreseye vermişler Emin’i. Nahivdi, usuldü, mantıktı, Celaleyn’di okuyup duran Emin’in insanın halinden iyi, hem de pek iyi anladığını sezen hocası tartıp biçip almış karşısına talebesini. Demiş ki “Emin, ebcedi...