İsmail Kılıçarslan Yeni Şafak Gazetesi

Daralan dünyaya yeni kelime önerileri

“Kanaat” mesela. Ne şahane olur yeniden dolaşıma girse. Elinde olanla yetinebilme bilgisine sahip olmayı unuttu çünkü insan. Avucunu açarak göğsünün sol tarafına bastırıp “eyvallah”...

02 Haziran 2018 | 154 okunma

“Kanaat” mesela. Ne şahane olur yeniden dolaşıma girse. Elinde olanla yetinebilme bilgisine sahip olmayı unuttu çünkü insan. Avucunu açarak göğsünün sol tarafına bastırıp “eyvallah” demeyi bıraktı bir kenara. “Olmuşa da eyvallah, olana da eyvallah, olacak olana da eyvallah” diyemiyor bir türlü. Sürekli kendisinin olanla değil, kendisinin olmayanla ilgilenen bir canlı türüdür artık insan dediğimiz. Bir şey kendisinin olduğunda o derhal değersizleşir ve başkasının olanla, başkasında olanla ilgilenmeye koyulur.

Kanaat, tam bunun ilacıdır.

“Bilmiyorum” mesela. Bir gelişmişlik, bir olgunluk göstergesi olarak “bilmiyorum” diyebilmek. Dünyada bilmediğin, aklının ermediği, künhüne vakıf olamadığın kimi şeyler olduğunu, olabileceğini kabul edebilme erdemi olarak “bilmiyorum.” Arama motoruna giriş yapabiliyor olmanın bir meseleyi biliyor olmakla uzaktan yakından alakası olmadığını anladığın anda söyleyeceğin kelime olarak “bilmiyorum.” Bir meseleyi biliyor olmak için ona emek vermek gerektiğini biliyor olarak “bilmiyorum.”

“Toprak” mesela. Hafta sonu merakı ya da organik beslenme ilgisini tatmin için toprak değil fakat. Bizi, tüm insanlık ailesini doyuran bir bereket biçimi olarak toprak… Karnını yardığımızda bize ihsanda bulunan bir kavram olarak toprak… İnsana uygunluk bakımından, insanlığın yegâne geleceği olması bakımından toprak ve en nihayet olacağımız şey olduğunu biliyor olarak toprak. Sade çocuklarımızın değil, bizim de unuttuğumuz bir hayatiyet unsuru olarak toprak.

“Sabır” mesela. Bir şeyin gerçekleşmesi ve/veya gerçekleşmemesi için gerekli olan olgun bekleyiş süresi anlamında sabır. Bir şeyin olması yetmiyor çünkü artık insana. Onun hemen, derhal, anında, o anda olması, oluvermesi gerekiyor. Hiçbir şey olgunlaşmıyor böylelikle. Duygularımız dâhil her şeyi ham halde tüketiyoruz. Kirazın, eriğin, karpuzun bile olgunlaşmasını beklemiyoruz artık. Mevsiminin gelmesini beklediğimiz, mevsimi geldiğinde olgunlaştığını anladığımız, olgunlaştığında lezzetini tam olarak alan hiçbir şey kalmadı hayatımızda. Olağanüstü hamlıklar çağının zirvesinde yaşıyoruz. Erişimin bunca kolay olmasının insana yaptığı en büyük fenalık budur işte. Sabır yokluğu, devasa bir problemler yumağı oluşturuyor insan benliğinde.

“Aşk” mesela. Şairin “ölüm bile aşk ile” dediği aşk fakat. “Yangınım çok büyük” diye böğüren şarkıcılardan şairlere yer kalmayınca unuttuk aşkın ne olduğunu. Sadece kendisine âşık insanların bir diğerinde kendisini gerçekleştirmesine aşk diyoruz artık, ne acıklı. Sevdiceği için hiçbir şey yapmayan, hiçbir fedakârlıkta bulunmayan insan teklerinin “büyük aşklar” yaşadığı son derece ilginç bir çağa geldik. Aşk, psikiyatristler tarafından bir hastalık olarak sınıflandırılsa yeridir artık. Tutkuyu aşk, aşkı oyun belliyoruz. Oysaki “yağmur bela gibi gökten yağarsa / başını ânâ tutmaktır adı aşk” diyen adamın aşkı lazım gelir bize. Kurtuluşumuz oradadır.

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Mustafa Kemal’in askeri değil Türkiye’nin leşkeriyiz 23 Kasım 2024 | 179 Okunma O sınırın nerede olduğunu bulsak mı? 19 Kasım 2024 | 276 Okunma Bir kapı nereye açılır? 17 Kasım 2024 | 199 Okunma Benzersizlik anlatısı ya da senden sekiz buçuk milyar daha var 16 Kasım 2024 | 1.055 Okunma Bir teklif: Türkiye’nin küresi 12 Kasım 2024 | 271 Okunma