https://w.soundcloud.com/player/?url=https%3A//api.soundcloud.com/trac
Babam, dedemin en büyük oğlu. Ben de babamın en büyük oğluyum. Dedem baba olduğunda da babam baba olduğunda da aynı yaştalarmış. İkisi de yirmi yaşındaymış. Yani dedem dede olduğunda yaşı kırkmış.
Ben baba olduğumda yaşım otuz ikiydi. Şimdi kırk sekiz yaşımı bitiriyorum. Allah ömür ve izin verirse dede olabilme yaşıma en erken altmış ve sonrasında gelebilirim diye tahmin ediyorum. Nasip… Nasip tabii ama “cahildim, modern dünyanın yalanlarına kandım” da diyorum.
Bir haber yüzünden böyle başladım yazıya. Ünlü rapçi Eminem, 52 yaşındaymış ve dede olmuş. Bunun üzerine de sosyal medya “yaşlandık” mesajlarıyla dolmuş. Bizim GZT falan da haberleştirmiş bu sosyal medya tepkilerini.
Bu tepkilerden biri tamı tamına şöyleydi ve bana çok dokundu: “Eminem bile dede olmuş, benim hâlâ sadece kedilerim var. Teşekkürler.”
Bu, burada bir dursun.
İstanbul Aile Vakfı’nın geniş çaplı bir araştırması ulaştı elime. Araştırma kapsamında bekârlara “evlenmeyi düşünüyor musunuz?” diye sorulmuş. Soruya hayır cevabı veren gençlerin oranı yüzde 54 olmuş. Evli olanlara da “çocuk istiyor musunuz?” sorusu yöneltilmiş. Burada oran biraz daha artmış. Çocuk istemeyenlerin oranı yüzde 65’i bulmuş. Fırsat bulursa başka bir şehirde yaşamak isteyenlerin oranı yüzde 45. Başka bir ülkede yaşamak isteyenlerin oranı ise yüzde 55.
Tam bu verilerin arasında bir soru daha sorulmuş: “Dijital medyanın toplumun değerlerini aşındırdığını düşünüyor musunuz?” Soruya “evet” cevabı verenlerin oranı yüzde 80.
Geldik meselenin ek yerine. Meselenin ek yeri şurasıdır. Dijital medyanın ana akım haline getirerek kutsallaştırdığı ve büyük oranda “liberal demokrasi deneyiminin sefaleti” olarak adlandırabileceğimiz bazı inanışların, bazı yönelimlerin, bazı tercihlerin aslında “toplumsal değerleri aşındırdığı”nın herkes farkında ama bu herkes aynı zamanda evlenmeyi, çocuk sahibi olmayı, komşuluk etmeyi, yaşadığı yerden gitmek yerine yaşadığı yeri yaşanabilir hale getirmeyi falan asla düşünmüyor.
Yani aşağı yukarı şöyle. Herkes yaşadığı hayatın büyük bir açmazlar silsilesi ile sarmalandığının farkında ama kimse istifini bozmuyor. Hayata bakışını değiştirmiyor. Küreselleşmenin, bireyselleşmenin, bencilleşmenin, dijitalleşmenin etkisine açık insanlar olarak herkes hem “tehlikenin farkındayım” hem de “böyle iyi” diyor.
Bu zihinsel sefaletin oluşturduğu ve oluşturacağı korkunç dünyada bir yeri olacak mı insanın, bundan emin değilim.
Çocuk değil kedi-köpek sahibi olmak, gerçek değil sanal ilişkiler kurmak, iki cinsiyet yerine akışkan cinsiyet teorisine iman etmek ve çok daha ötesiyle Hariri ve benzerlerini haklı çıkarmaya çalışıyor dünya: “Yakında tüm savaşlar bitecek, çünkü insanların uğruna savaşacak herhangi bir değer ya da inanç sistemi kalmayacak.”
Bu da burada bir dursun.
Ramazan’da zaten hatimli teravih kılınan Şehzadebaşı Camii’nin önünde “bu o…u çocuğu imam, biz protestolara ara verelim diye teravihi uzatıyor” diyen bir delikanlının videosunu izlediğimde, teravih sürerken caminin hemen önünde davul zurna eşliğinde halay çekenleri fark ettiğimde, caminin bahçesinde alkol alanları gördüğümde ve bence son derece sembolik şekilde caminin hemen önünde “erkek erkeğe öpüşen” birileri dünya medyasına servis edilirken düşündüğüm tek bir şey vardı: “Bu, açık bir savaş.”
Dijitalleşmenin, liberal demokrasi zırvasının, transhümanizm tartışmalarıyla gelen üst insan ideolojisi saçmalığının “tüm diğerleri”ne açtığı bir savaş bu. Üstelik çocukları yerine koydukları evcil hayvanlarıyla, sabah uyandıklarında karar verdikleri cinsiyetleriyle, hiçbir kutsal değere ya da inanca saygı duymamalarıyla falan bu savaşı asla kazanamayacaklarını da biliyorlar ama işte “ne kadar zarar verirsek o kadar iyi” diye geçiriyorlar akıllarından.
Zararları önünde sonunda kendilerine olacak, buna şüphem yok ama bu esnada insanlığın ne gibi hasarlar alabileceğini tahmin bile edemiyorum. Çocuksuz, ailesiz, komşusuz, ilişkisiz, neşesiz bir dünya tasavvuruna sıkıştırmak istiyorlar insanlığı. Bunun hasarını yönetmeyi öğrenmemiz lazım ama bu tembellikle çok zor.
Bitirmeden şunu da söyleyeyim: Özgür Özel ile aramızdaki fark şudur. O, “bakın, İmamoğlu arkamda olmadan da CHP’ye genel başkan olabiliyorum” diyebilmek için karıştırdı sokakları, bense o sokaklardaki her bir insan ve onların etkisinde kalabilecek herkes için kaygılar biriktiriyorum. Çünkü bu kavga aynı zamanda dünyanın sürdürülebilirliği ile ilgili bir kavga. Özgür Özel’in bunu anlamaya ne zihni melekeleri yeter ne de zihinsel algı düzeyi. O, kendini bir çeşit Che Guevera sanıyor. Oysa ondan bu saatten sonra olsa olsa sokaklarda Kanadalıların açıktan sövdüğü Trudeau olur. Saraçhane’de toplanan “dijitalleşmiş kalabalıklar” nasıl bir kazık yediklerini fark etmeye yanaşırlarsa tabii.