Araplar, “bir şeyi bilmek, iyi ve tam anlamak, derinlemesine kavramak” anlamına gelen kelimeye fıkıh, fıkıh işiyle meşgul olan insana da “fakih” demişler malum. Bir de kavramsal tanımı vardır malum fıkhın: “İnsanın, zihni çabası ile dinin ana kaynaklarından kendi sorumluluk ve hakları ile ilgili olarak elde ettiği bilgilerin tamamına denir.”
Fıkıh, bu tanımıyla son derece bireysel bir şey olarak görünse de aslında “hak ve sorumluluklarını bilen ve buna uygun şekilde davranan insanların oluşturduğu bir toplum” meydana getirebilmenin de yegane yolu olarak görmemiz, kodlamamız gerekir fıkhı.
O yüzden rahatlıkla denilebilir ki “arkeolojisi üzerinde çalışma”nın pek işe yaramadığı, bugün ve burada yaşayan insan teklerinin yeniden ve yeniden “temel kaideler üzerinden” üretmeleri gereken bir ilimdir fıkıh.
Tam da bu sebeple “fıkıhsızlık”, Müslümanlar açısından dipsiz, derin bir kuyuya dönüşür.
Dikkat isterim: Fıkhın yöntemi ile “fıkhetmek” ve bugünün sorununu bugün ve burada çözmek dururken sürekli düne, “olmuş bitmiş”e dönmek ne denli saçma sonuçlar doğurursa, geride kalmış o muazzam müktesebatı “ezber” değil “veri” kabul ederek ilerlememek de o denli saçma...