Rasmus Paludan’ın Mushaf yakmasıyla ilgili yazılmadık, konuşulmadık bir şey kaldı mı bilmiyorum doğrusu. Dolayısıyla “meseleye bir başka açıdan bakan” bir yazı yazabilmem zor görünüyor.
O sebeple önce birkaç kanaatimi belirtip ardından Paludan’ın Mushaf yakmasını takiben ortaya çıkan birkaç tavra değinerek kotarmak niyetindeyim yazımı.
İlk kanaatim şu. Bir kez daha gördük ki Batı’nın büyük bir puta çevirdiği “düşünce ve ifade özgürlüğü konsepti” kelimenin tam anlamıyla duvara dayanmıştır. Bir inanç sisteminin, toplumsal karşılığı olan bir hassasiyetin vandallıkla, ahmakça çiğnenmesi ile “düşünce ve ifade özgürlüğü” arasında anlamlı bir bağ yoktur, olmamıştır, olmayacaktır. Dahası, Batı’nın bu büyük putu konusunda geliştirdiği büyük ikiyüzlülük de artık saklanamamaktadır. 8-9 yıl önce Auswitch Kampı’nda şakalaşmak amacıyla Nazi selamı veren iki münasebetsiz Türk delikanlıyı hapse atmakta hiç tereddüt etmeyen Batı aklı, söz konusu bir dinin kutsal kitabını yakmak olduğunda havaya bakıp ıslık çalmaktadır.
Oysa mesele basittir. Ne Auswitch’de Nazi selamı verilsin ne İsveç’te Mushaf yakılsın.
Dahasını da söyleyeyim. Güncel Batı aklıyla Batı’da yaşayan...