Yazıyı yazdığım dakikalarda heyecanlı bekleyiş sürüyordu. İstanbul seçimlerini kimin kazandığına dair YSK açıklaması gelene kadar da süreceğe devam ediyor bu bekleyiş.
Genellikle politik öngörülerim pek tutmaz. Aslına bakarsanız, politikadan da pek anlamam. Dolayısıyla bu sefer tutan bir öngörümün olduğunu görmek beni sevindirdi. Seçim akşamı, yani oylar birbirine çok yakınken ve Binali Yıldırım “kazandık” açıklamasını yenice yapmışken “muhtemelen oylar yeniden sayılır, bu iş uzar” yazdım ve tutturdum.
Gerçi bunu tutturmak için politikadan da anlamak gerekmez. İstanbul gibi bir metropolde kazananı 20 bin civarında oy belirlerse elbette sayımlara da itiraz edilir, YSK’nın kapısında da yatılır. Geçen Ankara seçimlerinde aradaki 180 bin farka rağmen CHP bunu yapmıştı. Üstelik şimdi ortada adına “kaydırma” denilen bir terslik iddiası da varken ve oylar bu kadar yakınken AK Parti niçin aramasın hakkını?
Fakat ben başka, bambaşka bir yerden bakmaya çalışayım meseleye. Şunun adını koyarak başlayayım: İstanbul’da seçimi kazanmak için %50 civarında oy alma zorunluluğu malum AK Parti’nin önümüze koyduğu yeni siyasal yol haritası ile belirginleşti. Sebeplerini uzun uzun yazmayayım ama AK Parti’nin yaptığı/yapmaya mecbur hissettiği ittifak aynı zamanda “karşı ittifakı” da belirledi.
Binali Yıldırım geniş bir toplumsal destek ararken aynı zamanda İmamoğlu’na kimlerin oy vereceğini de belirginleştirmiş oldu. Her ikili rekabette kolayca karşılaşabileceğimiz bir durum gelişti böylece. Seçimde rakibinin nasıl oynayacağını diğer rakip belirledi yani.
İstanbul için “kimler kimlerle beraber” diyebileceğimiz o ilginç ittifak böyle oluştu yani. 3 milyona yakın CHP oyu, 1 milyon civarındaki HDP oyu, 300 bin civarındaki İYİ Parti oyu bu ikili rekabet üzerinden aynı kutuda eridi ve seçim sonucu böylece birbirine çok yakın şekilde çıktı.