“Çocuklarımızdan kalan et parçalarını poşetlere doldurdukları dünya burası. Çok dert ediyorsun burayı” dedi bana. Başkaları “meczup” diyordu ona. Ben “fıtratını korumayı namusu bilen bir salih” demeyi tercih ettim. “İçine doğru kıvrılan bir sincap” da diyebilirdim, insanlar ne dediğimi anlayacak olsaydı.
“Çıkmadan size bir çay ikram edeyim mi?” sorusuna “hayır” cevabını verince “o zaman çıkmadan belki de Gazze için hazırladığımız şeylerden almak istersiniz. Böylece bu gece, o paranın Gazzeli çocuklara ulaştığını bilmenin huzuruyla gözyaşlarınız birazcık da olsa azalır. Gerçi, Gazze bu durumdayken gözyaşlarınızın azalması iyi bir şey değil ama anladınız işte ne demek istediğimi” dedi dal gibi bir kız çocuğu bana. Başkaları “gayretli bir genç” derlerdi onu gördüklerinde. Ben “gözleri göz değil, gözistan” demek isterdim insanlar ne dediğimi anlayacak olsaydı. Bunu göze alamadım ve “kızım, seni baştan ayağa kalpten ve merhametten mi inşa ettiler? Ayaklarının dibinde biriken bu gözyaşı pınarının zekatını versen de kurtulsa tüm insanlık” diyebildim.
Havaya kalkık şehadet parmağı ve sadece keskinliğini fark edebildiğimiz bir çift gözüyle “berren ve bahren ve cevven”...