Ahmet gitti. Öyle birdenbire... ‘Başvurumu kabul ettiler Ayşen. Yurtdışına gidiyorum okumaya’ dedi. ‘Yolculuk iki gün sonra’ dedi.
Yutkundu Ayşen. Oldum olası öyleydi zaten. Kocaman bir yutkunma olarak büyümüştü dünyaya. Babasını mezara koyduklarında başlamıştı yutkunması. ‘Demek bundan sonra böyle. Demek bundan sonra bir anam var dünyada’ demişti.
İşte bir de Ahmet oldu sonradan. Kasabada kapı bir komşuları Fatma ablanın oğlu yani. Fatma abla aynı zamanda annesinin teyze kızıydı. Hele babasının ölümünden sonra daha bir yakınlaşmışlar, neredeyse tek bir aile gibi olmuşlardı. Fatma ablası Ayşen’in turuncuya çalan kıvırcık saçlarını ‘seni bu kapıdan ben gelin çıkaracağım’ diye okşardı.
Ayşen Ahmet’i çok sevdi. Akıllar erip de sabah kasabanın lisesine birlikte yürümeye başladıklarında Ayşen’in sevgisi ağır ağır, demini ala ala aşka dönüştü. Ahmet yol sıra gidip çay sıra gelirlerken mutlaka bir kulp takacağını bile bile lisedeki bazı kızlar hakkındaki fikirlerini sorardı Ayşen’e. ‘Esra güzel kız di mi?’ diye soruverirdi mesela. Ayşen de gözünü yumar ağzını açardı: ‘Pörtlek gözlü, çırpı bacaklı, eremeyesicenin fitnecisi... Beğene beğene onu mu beğendin Ahmet? Beşe kadar saymayı bilmez yazının gidisini mi yani?’
Ahmet’in gideceği gün kasabanın meşhur ipek kumaşlarından bir kese dikti Ayşen. İçini dışını menekşeyle ovaladı. ‘Paranı pulunu koyarsın belki’ dedi keseyi verirken. ‘Bana ne parandan pulundan. Sana bu keseyi beni asla unutma diye veriyorum. Ben sana dut gibi aşığım Ahmet’ diyemedi. Yutkundu yine. Ama Ahmet’in ‘eline sağlık Ayşen, çok güzel olmuş’ demesini bir delil saydı.
Yine de o gece, Ahmet’in kasabadaki son gecesi yani, anası duymasın diye başını yastığa gömüp hıçkıra hıçkıra ağladı.