https://w.soundcloud.com/player/?url=https%3A//api.soundcloud.com/trac
İnsanlar pek meraklıdır değil mi “kaza değişir mi, kader değişir mi?” diye sorup tartışmaya. Derviş, bütün tartışmaları bitirecek duayı şöyle edermiş: “Allah’ım, biz senin bizim hakkımızdaki kaza hükmünü değiştirmeni istemiyoruz. Ancak o kaza hükmünde bize lütufta bulunmanı talep ediyoruz.”
Ben şöyle anlamaya yatkınım bunu. Ne ki yaşıyoruz ve ne ki başımıza geliyor o bizim kaderimizdir ve Allah’ın üzerimizdeki kaza hükmüdür. Dolayısıyla derviş çok haklı. Kaderimizi değiştirmek için dua etmek değil, kaderimizi yaşayıp dururken Allah’ın bize lütuflarda bulunmasını istemek çok daha doğru.
Dahası da var dervişin yakarışının: “Allah’ım, bu zayıf kuluna lütfet.” Teslim olmaya zayıflığını kabulle başlamak. Böylece güçlü olandan, en güçlü olandan merhamet, lütuf, ihsan murat etmek yani.
Bu, şuna da benziyor. İnsan idrak etmeye ancak idraksizliğini idrak ettiğinde başlayabilen bir canlı. Zor mu? Zor tabii. Kim demiş dervişin yolu kolaydır diye?
Biraz daha ilerleyelim buradan. Biz zannediyoruz ki derviş, gavurun “persona inşası” dediği şeyden habersiz bir ademoğludur. O, kalabalıkların içinde kaybolmayı, başkasına benzemeyi ve böylece “dikkatlerden kaçmayı, yok olmayı” murat etmektedir. Ne büyük yanılgı! Derviş diye Rabbini bilerek kendini bilmeyi keşfetmiş adama derler. Kendini keşfeden âdemoğlu, personasını da, hadi sizin seveceğiniz şekilde ifade edeyim, ünik şekilde kurabilme şansına sahip olur. Dervişin Rabbi ile ilişkisi kendiliğini de ortaya koyan bir süreci beraberinde getirir böylece. “Herkese benzeyen bir benzersiz” olmanın yegâne yolunun Rabbi ile uyumlanmak olduğunu bilen adamdır derviş dediğin. Benzersizliği mahviyetinden, personası teslimiyetinden örülüdür. Böylelikle o şarkı tam da onun için yazılmış olur: “Benzemez kimse sana, tavrına kurban olayım.”
“Uyumlanmak” dedim evet. Meşhur meseldir. Dervişe “Allah’la aran nasıl?” diye sormuşlar, o da “çok iyi. Hep O’nun dediği oluyor, geçinip gidiyoruz” diye cevap vermiş. Uyumlanmak, tam böyle bir uyumlanmak işte. Tehlikeli bir cümleyi suya yazar gibi yazayım: “Öyle bir uyumlanmak ki Allah’ın rızasını talep etmeyi bile aklına getirmeye mecalinin kalmadığı bir uyumlanmak.”
“Mahviyet” dedim evet.
Mekke’nin fetih günüydü. Adamın biri, Efendimiz(s.a.v)’in huzuruna geldi. Korkudan titreyerek “Ya Resulellah, bana İslam’ı telkin ediniz” dedi. Efendimiz(s.a.v) o adama şöyle dedi: “Sakin ol kardeşim! Ben bir kral veya hükümdar değilim. Kureyş’ten güneşte kurutulmuş et yiyen senin eski komşunun yetimiyim!”
Neyse. Mehmet Zahit Efendi’nin naklettiği bir şey anlatacaktım ben.
Bir adam, bir ihtiyara demiş ki: “Beyefendi. Bu akşam çorbayı bizde içelim lütfen!” İhtiyar bu teklifi kabul etmiş. Diğeri de ihtiyarı almış evinin kapısına kadar götürmüş. Adam kapıya gelince demiş ki: “Baba! Kusura bakma, ben bunu yanlış söyledim. Bu akşam hanımlar evde yok, alamayacağım seni eve!” İhtiyar ikiletmeden “peki yavrum, hay hay” diye cevap vermiş.
Evine dönmüş. Adam ihtiyarın arkasından yetişmiş. “Amca! Affet! Ben pişman oldum. Seni kapıya kadar götürdüm de geri çevirdim. Gel gidelim, şu yemeği yiyelim bizde!” demiş. İhtiyar yine “hay hay yavrum” demiş. Tekrar yürümüşler adamın evine. Evin kapısında adam yine “amca, kusura bakma be. Yine olmadı bu iş. Yine yapamayacağım ben bu işi” deyivermiş. İhtiyar yine ikiletmemiş: “İyi ya yavrum, zararı yok.” Tekrar dönmüş evine ihtiyar.
Bu hal tam beş kere böyle tekrarlanmış. Sonunda adam ihtiyarın eline uzanıp “ver elini öpeyim amca” demiş, “ben senin iyi bir adam olduğunu duydum. Bunu kendim de tecrübe etmek için, senin iyi bir adam olduğunu anlayabilmek için yaptım. Hakikaten büyük adammışsın. Ver elini öpeyim.”
İhtiyar yine kayıtsızlıkla cevap vermiş: “Aldandın yavrum, aldandın. Bununla büyüklük ölçülmez. Benimkisi köpeklerin huyudur. ‘Kuçu kuçu’ dersin, gelir. ‘Hoşt hoşt’ dersin gider. Sen bunu bir iyilik, bir büyüklük mü zannettin?”
Allah. Eyvallah.