Kuşun biri kendisine bir kafes yapmaya karar verdi.
Tabii ki Kafka’nın “kafesin biri, bir kuş aramaya çıktı” aforizmasını biliyorum ama bu o değil. Hatta Ferit Edgü’nün “bir kuş kafes aramaya çıktı” cümlesini de biliyorum ama bu, o da değil.
Kuşun biri kendisine bir kafes yapmaya karar verdi. Gerçekten verdi bu kararı. Bu, odur.
Allah’ın arzının geniş olduğunu unutarak başladı kuş neye başladıysa. Uçsuz bucaksız göğün uçsuz bucaklığını unutarak başladı. “Bu uçsuz bucaksız gökte uçup duracağım da ne olacak sonunda?” sorusu geldi yapıştı boğazına, çöktü göğsüne. Bu dünyaya uçmak için geldiğine dair inancını kaybetti sonra. Göç yolunun tehlikelerinden usandı. Kimi ağaçların meyvelerinin insanlar tarafından, diğer kuşlar tarafından, bazı ayılar, bazı eşekler tarafından talan edilmesine içerledi. Aç kalmaktan korktu. Rızkı verenin Hüda olduğunu unuttu. Uçmaktan yoruldu. Konup göçmekten yoruldu. Kanat çırpmaktan yoruldu ve kuşun biri kendisine bir kafes yapmaya karar verdi.
Kendisine kafes yapmaya karar veren kuş zannetti ki yapacağı kafes daha önce yapılmış kafeslerin hiçbirine benzemeyecek. Zannetti ki kafesin enini boyunu, tahtasını ağacını kendisi belirleyince hiçbir sorunu kalmayacak. “Hem zaten” dedi kendi kendine, “diğer kafesler gibi olmayacak benim kafesim. Kilidi içeride olacak. İstediğim zaman açıp dilediğim gibi uçabilirim.”
Ormanda vakit geçirmeyi en sevdiği, “burası benim evim” dediği yere yapacaktı kafesini. Ağaç topladı. Elinden marangozluk gelirdi. Yonttu ağaçları. Çattı birbirine.