Türkü, “aşığı kül eyler sendeki ziya” dizesine gelip dayanınca gülümserdi her seferinde. O eski, yaralı, uzakta kalmış geçmişe yaslanır ve genişletirdi gülümsemesini. Sonra üzülürdü, ama hatırlamazdı neye üzüldüğünü.
İhsan, yurtdışında iyi bir eğitim almış, akademide çabucak yükselmiş, kendisine denk gördüğü bir başka akademisyenle mantık evliliği yapmıştı. Sevmişti de onu çok. Hoş, hala da çok severdi.
“Hayatımın fırsatıydı” diye tanımladığı o fırsat karşısına çıktığında yine de kurulu düzenini, verili hayatını değiştirmek fikri ona çok uzak gelmişti. Fakat teklif de reddedilecek gibi değildi. Memleketin en büyük gruplarından biri “gel, bütün işletmelerimizin başına geç” demişti zira.
Üniversitedeki küçücük odasından, Boğaz gören kocaman bir yönetici odasına ilk geçtiğinde “bu iş tamam” demişti kendi...