Ozaman bu Ramazan, çıplak bir ampulün cılızca aydınlattığı bir çadırın ortasına kurulmuş mütevazı bir sahur sofrasına gelsin.
Depremde sevdiklerini, arkadaşlarını, evini, kaybetmiş, elinde acısından başka katık kalmamış bir Hayali’ye gelsin mesela. Karagöz oynatarak geçirdiği hayatını her şeyin ama her şeyin bir perdede olduğunu anlamaya adamış bu adam, şimdi aslında perdenin de olmadığını fark etmiştir. Işık ve karanlık vardır insana. Bir de elleri. Elleriyle kazandığı.
Kırk günü aşkındır karanlığın galebe çaldığını hissetmektedir. Işığın azaldığını, aydınlığın dünyasından çekildiğini düşünmektedir. Bir düğmeye basılmış ve hayat oracıkta durmuş, hayatın rengi oracıkta değişmiş gibi.
Sahur sofrasında bir plastik tabağın içine rastlantısal şekilde yerleşmiş dört hurmaya bakıp rakamların insanın üzerindeki gizli gücünü yoklamaktadır zihninde. Hurmalardan biri kendisidir. Biri eşi, ikisi çocuklarıdır. Sofrada dört hurma vardır böylelikle ama dört kişi yoktur. Eşi ve meslek yüksek okulunu yenice bitirmiş oğlu yoktur artık orada.
Çıplak bir ampulün cılızca aydınlattığı o çadırın ortasında karanlık yerine azıcık da olsa aydınlığa bırakacaksa sahurla...