Ordaydın.
Elimi uzatsam dokunabileceğim kadar yakındın. Elimi uzatmadım. Korktum bundan. İnsan korkar, ayıplama. Beni çağırdığın yere gelirsem ateşin içine düşmüş kömür gibi olmaktan korktum. Ateşin içine düşen kömürün kaderi yanmaktır. Yanmaktan korktum. “Yanmazdın” diyebilir misin bana? Diyemezsin. Çünkü ateşsin. Ateşin hükmü yakmak, kömürün hükmü yanmaktır ki bu da yeteri kadar tuhaf. Kömür olmasa ateş yakmıyor, ateş olmasa kömür yanmıyor.
Ne sen yak ne ben yanayım.
Çünkü insan korkar. Korkmalıdır da. Hayat çizgisinin herhangi bir noktasında bir çift göz korkutmalıdır insanı. Ödünü patlatmalıdır. Çünkü o bir çift göz bir çift uçurumdur ve çünkü o bir çift göz, kaşlarının arasına kurulu bir patikada gözlerini bağlayıp “koş” demiştir sana. Koşabilir misin? Yapabilir misin bunu, göze alabilir misin? Dahası göze alman gereken bu mudur?
Koşma! Düşersin.
Bir düşten düşmektir en kötüsü. Çıktığı yüksekliği fark etmez insan teki düşlerken. Himalayalar’a tırmansan alaca tepe sayılır ayağının altındaki mesafe. Kanat takıp kartal olsan kimse sana “ne yapıyorsun” demez. Sormaz bunu. Düştesindir. Avını gökyüzünde görebilir, bakışlarını ona kilitleyebilir ve öylece uçabilirsin. Uçmanın o benzersiz keyfini yaşayabilirsin. Ne var ki bütün düşler dayanıksızdır. Bir parmak şıklatmasına, bir seslenişe, bir tıkırtıya bakar düşün bitmesi. Ve düşlerken o parmak da, o ses de, o tıkırtı da oradadır. Senin bütün gövdenle, bütün ağırlığınla düşmen için oradadırlar. Düşersin. Düşerken bir şey ararsın tutunacak. Bir çıkıntı, bir ağaç dalı, bir tuğla… Yoktur. Düşten düştüğünde geri dönüş yoktur.