“Seni hiç mi sevmediler be! Bir kere bile mi?”
Nefes alış verişi her zamanki gibiydi. Ta derinden, ciğerinden bir yerden bir acıyı alıp gırtlağına taşıyor, gırtlağında biriken havaya benzer karışımı boşluğa hırlar gibi veriyor, ardından güçlükle içine çekiyordu tekrar havayı. Üstelik soğumuştu da havalar.
“Nereden anladığımı mı soracaksın bana? Söyleyeyim madem. Çünkü kendini nasıl sevdireceğini de bilmiyorsun, biri seni gerçekten sevdiğinde onun sevgisine nasıl karşılık vereceğini de. Olmamış senden yani.”
Altına aldığı minderin de soğuk geçirmemek için yeterli olmadığını hissedip ayağa kalktı. Ellerine hohladı ümitsizce. Niçin “ümitsizce” dediğimi anlamışsınızdır. Aldığı şeyin adı nefes değildi ki ellerine üflediği cılız şey ona ısı versin.