Şarkının orasına geldiğimizde yolu yarılamıştık. Azer’in “Şu yalan dünyanın dert sahnesinde / Oynadım oynadım rolüm bitmedi” dediği yerde yani.
“Yolu yarılamak” deyimi üzerine düşünecek durumda değildim o esnada. Düşünecek durumda olsaydım, yola çıkmak için ilk adımı attığımda yolu da yarılamış olacağıma ikna ederdim kendimi. Hayır, yolla ilgili bir aforizmaya sığınmazdım. “Yoldaşın varsa yürümek de güzeldir” falan gibisinden yorgunluklara dönüp bakmazdı zihnim. Belli belirsiz bir çağrışım olarak “Yolda”yı getirirdim aklıma belki. 18 yaşında bir hevesle okuyup, hevesinin köpeği olmuş insandan bir yol olmayacağını anladığım o romanı yani. Yahut eli artırır ve Esed’in Mekke’ye Giden Yol’unu hatırlardım. Yanıldığı ve isabet ettiği yer şurasıydı rahmetlinin: Bütün yollar değil ama bütün yürüme biçimleri insanı Mekke’ye varmaya mecbur bırakırdı. Mekke’ye de zaten yürünerek değil, yürünerek gidilirdi. Yürümek, gerçekten yürümek insanı Mekke’ye götürür önünde sonunda ve insanın bir hikâyesi...