“Süreyya imiş kızın adı” diye bir haber veren olmuştur Tebrizli’ye mutlak. “Göğün en parlak yıldızlarından almış adını demek” deyip bir sigara yakmıştır o dakika. Bu ismi öğrendikten belki yirmi beş, belki otuz yıl sonra yazmıştır “herkes sene ulduz deyer / özüm sene ay demişem” dizelerini.
Dokuz yüz yirmilerin sonudur ve elbette aşktan başka muska takmayı reddetmektedir yüreğine. Serde serserilik ve Hafız vardır. Can sıkıntısı ve Gûlistan vardır.
“Demek Süreyya” diye tekrarlamıştır günlerce, yaza boza sabahları etmiştir. Hele deyin bakalım bana, varıp gitmiş midir yanına? Dikilip karşısına “böyleyken böyle” demiş midir?
Demiştir elbet. Çünkü Tebrizli’nin kalbi bedeninden çıkacak gibi olmuştur okulda Süreyya’yı her gördüğünde. Ucunu ucuna eklediği tütünlerden de bir teselli kalmayınca baş selamın verip “hele senin Allah’ın yok mu, bir yol konuşak” demiştir mutlak.
Konuşmak o konuşmaktır ve aşk o aşktır tam tamına. Dili elinde, kalbi dilinde “demek göğün en parlak yıldızı sensin, demek Süreyya’sın” diye diye düşmüştür aşka ve arş-ı âlâya yükseltmiştir onu aşk.
“Mutlu son yoktur, yaralı kalmak vardır” demiştir bir âdemoğlu ve de doğru demiştir....