“Bizim İhsan yok mu? İnce İhsan. Yakmışlar çocuğu” dedi Süreyya abi. Güngörmüş, umur bilen adamdı. Sanki anlatmak istemediği bir şeyi anlatmaya mecbur kalmış gibi girmişti söze. “Süreyya abi söze böyle girdiyse kulak kabartmak lazım” diye düşünerek yekindim çay ocağının hasır iskemlesinin üzerinde. Ocağa doğru parmağımı havada döndürüp peşine iki rakamını gösterdim.
“Çocuğu yakmışlar ki Marmara çırası da öyle yakılmaz” dedi Süreyya abi. “Bu biliyorsun, Erzurum-İstanbul çalışır Vabis’i soluta soluta. İyi TIR’cıdır ha. Hem de açık öğretimde iktisat mıdır, ne o öteki, işletme midir, onu bitirecek bu sene. Akıllı çocuktur da hani yani. Bu İstanbul’da malı o deniz kenarında bir yer var ya. Hani dericiler falan…”
“Zeytinburnu mu abi?” diye sordum. Aradığını bulmuştu. “Hah. Zeytinburnu. Kazlıçeşme mi ne hatta. Bizimki Erzurum’dan malı indirir. Buna derler ki ‘sen bu gece yat, sabaha malı...