Bi abi vardı.
Kareli gömleğinin boyun düğmesini de ilikleyen, ceketinin dirsekleri yamalı, kalın yün pantolonu iyice kırçıllaşmış, kasketi hafif yan yatmış bir yorgunluktu. Sigarasını çorabının içine koyar, muhabbet koyulunca daha önce onlarca kez anlatmış olmasına aldırış etmeden, aynı iştahla bir askerlik anısı anlatmaya girişirdi. Keyfi gelir, çorabının içinden sigarasını çıkarır “yak bakam bacanak” diyerek dolaştırırdı paketi.
Ne oldu o abiye?
Bi abla vardı.
Epeyce bol diktirdiği çiçekli pazen eteğinin içinde bağdaş kurar, usul usul iş görürken, fasulye ayıklarken yahut erişte keserken komşu kadınlarla uğul uğul dertleşirdi. Oğlunun haytalığını, kızının uçarılığını, kocasının umursamazlığını anlatır, içi hafifçe geçer gibi olduğunda “Allah, şükür Yarabbi” diyerek dağıtırdı yoğunluğunu. Mutlaka bir çeşit yemeği, ya mantısı, ya çorbası, ya böreği mahallenin en lezzetlisi olurdu. Konu komşu özel olarak talep eder, mahalle günlerinde o yemeğini gözlerinde belirgin bir gururla koyardı ortaya.
Ne oldu o ablaya?