İlk cümle Lütfi Sunar’dan: “Türkiye’de çağdaş düşüncenin bahtsızlığı ya toptan değişme ya da toptan koruma ikilemine sıkışıp kalmasıdır. Modernleşme orantısız bir değişim talebiyle ‘fikri geleneği’ yıktı. Muhafazakârlık da korkuyla karışık bir koruma refleksiyle ‘bir fikri geleneğin’ oluşmasını engelledi.”
İkinci cümle Ercan Yıldırım’dan: “12 Eylül, Ülkücüleri, değer verdikleri devletin kendilerini dışlaması nedeniyle dini olana sevk ederken; Gezi ile başlayıp 15 Temmuz ile devam eden süreç İslamcıları dini grupların şerrinden devlete yönelerek kurtulmaya, yer yer Ülkücülüğe yönlendirdi.”
Üçüncü cümle Aliya İzzetbegoviç’ten: “İnsan olmak ve insan kalmak, Allah’a ve kendimize karşı sorumluluğumuzdur.”
Aliya’nın “insan olmak ve insan kalmak” derken “asıl olan güzel insan olmak şekerim” demediğini elbette anlıyoruz değil mi? O, Tanrı fikrine karşı gelişen, hatta Tanrı fikrinden nefret eden hümanizme sert şekilde vuruyor bu tespitiyle. İnsan olmayı “sorumlulukla” tanımlayan, üstelik bu sorumluluğu hem kendimize hem de Allah’a karşı hissetmemizi de bir “zorunluluk” olarak gören Aliya, basitçe şunu söylüyor galiba: “İdeolojiler dönüşür, sen uçuşu hatırla.”
Ne ülkücülük o ülkücülük, ne İslamcılık o İslamcılık, ne batıcılık o batıcılık, ne muhafazakârlık o muhafazakârlıktır artık.
İdeolojiler, bilhassa sosyolojinin getirdiği “zaruri dönüşüm” ile dönüştükçe dönüşürler ki bu, son derece normaldir. Hatta denebilir ki normal olmayanı dönüşmeyen, değişmeyen ideolojik yönelimlerdir.