“Tıpkı böyle hafifçe esen bir rüzgarda incecik bir ürpertiyle ‘seni özledim’ diyebilmeyi özler miymiş insan abi? Ben özledim. Hatta öyle ki özlemenin kendisini bile özledim.”
Şunca yıl yaşadım, şunca yer gezip şunca insan tanıdım, derdini onunki kadar sade, onunki kadar içten anlatanını görmedim. Bilirsiniz ya, derdini böyle anlatan insanın hikayesini de doğal olarak merak edersiniz. Yine de bir şey, içimin derinliklerinde kehribar rengi bir yalnızlık hissi belki, “hikayen nedir peki?” diye sordurtmadı bana. Biraz da o hafifçe esen rüzgarda, ta ilerde bir tepenin üzerine kondurulmuş ve böylece on dokuzuncu yüzyılın manzara ressamlarını kıskançlıktan çatlatacak kadar güzel görünen o köy oradayken sessiz kalmak da arzu edilebilir bir şey gibi geldi bana.
Bir sigara yakmayı geçirdim aklımdan. Ardından yakışık almayacağını düşündüm. Daha doğrusu rüzgarın iyiden iyiye tertemiz ettiği havayı birazcık daha hissetmek istedim.
“Bizimkisi ne ilk görüşte aşktı, ne bir yanlış anlaşılmaydı” dedi.
“Yanlış anlaşılma derken?” diye sormak zorunda kaldım.
“İzlemişsindir sandıydım şu meşhur yönetmenin videosunu. Aşkı bir yanlış anlaşılma olarak tanımlıyor....