Mart ayı yazı planım şudur: Bugünden seçime kadar bazı belediye başkan adaylarıyla buluşacak, onlara sorular soracak, aldığım cevapları ve izlenimleri köşeme taşıyacağım.
Bunu yapmakla iki hususun ortaya çıkmasını umut ediyorum. İlki adına “belediye başkanı ve belediye başkan adayı” dediğimiz insan neye benzer onu anlamak, ikincisi ise gündemlerinde nelerin olduğu bilgisine ulaşmak.
“Gündemlerinde nelerin olduğu bilgisi” benim açımdan niçin önemli? Anlatmayı deneyeyim.
Yerel yönetim dediğimiz şey bir süredir Türkiye’nin verili politik dilinin ekseninde ilerliyor bana kalırsa. Yani karşıtlık dili, büyük argümanlar ve iddialı projelerle. Eh, söz konusu hükümet ve genel siyaset olduğunda anlayabileceğim meseleler bunlar. Konsolidasyon elbette iş görür, tartışmanın şiddeti elbette iş görür ve büyük kalkınma projeleri elbette iş görür. Bunu, politika yapmanın doğru yöntemlerinin bunlar olduğunu söyleyerek tespit ediyor değilim. “İş görürlük” üzerinden söylüyorum. Doğruluğu, yanlışlığı başka mesele…
Yerel siyaset, uzunca bir süredir genel siyasetin dilini tevarüs etmiş görüntüsünden kurtulamıyor. Sürekli bir konsolidasyon çabasıyla, sürekli bir “öteki” diskuruyla ve sürekli bir “proje dili” ile konuşuyor şu ana kadar gördüğüm adayların neredeyse tamamı.
Yine döndük “bizimki gibi ülkeler” tamlamasına. Çok işlevsel bir tamlama bu. Bizimki gibi ülkelerde yerel seçimin salt yerel sâiklerle ilerlemesini beklemenin safdillik olacağının farkındayım. Mesela geçen dönemde iline-ilçesine hiç hizmet götürmeyen adama yine oy verirken yakalıyoruz kendimizi. Ya da aday profilini, vaatlerini, duruşunu hiç beğenmediğimiz isimlere “yapacak başka bir şey yok” diyerek oy veriyoruz.