Bazı dostları üzme pahasına bunu böylece yazmam gerekiyor. Türkiye, belirli alanlarda sınıfsal ayrımların net şekilde görüldüğü tuhaf bir ülke. İş vatan yahut herhangi bir dava uğruna ölmeye geldiğinde ise bu sınıfsal ayrım çok daha net, çok daha sert şekilde çarpıyor yüzümüze. Anadolu irfanının “zenginimiz bedel verir, askerimiz fakirdendir” dediği.
Önce işin bidayetinden başlayayım. Mesleğim gereği isimlerine “unvan” verilen 3 şehrimizin de kurtuluş hikayelerine vakıf oldum zaman içerisinde. Antep, Urfa ve Maraş’ın kurtuluş hikayelerinin ortaklaşan taraflarını böylece görebildim. Üç nokta her zaman dikkatimi çekti. Birincisi, direniş sürecinde eski askerlerin, medrese-dergah ahalisinin ve fukara halkın inisiyatif alması. İkincisi, kaideyi güçlendirmeye yarayan bazı istisnalar hariç, zengin eşrafın işgalci güçlerle “iyi geçinilmesinden” yana tavır alması. Üçüncüsü ise, kurtuluş sonrası oluşturulan anlatıların hemen hepsinde bu zengin eşrafın şehri kurtarmış pozu vermesi.
Şimdi eski defterleri açıp kimsenin yüzünü kızartmanın alemi yok ama bugün Urfa’da, Maraş’ta, Antep’te cari “kurtuluş anlatıları”nın büyük oranda “sonradan kurgulanmış anlatılar” olduğunu, hatta...