Lümpen faşizmi yahut popüler ırkçılık… Adını nasıl koyacaksak koyalım, tehlike kapımızda, burnumuzun dibinde.
O denli burnumuzun dibinde ki, siyasi görüş, ideolojik yönelim, parti pırtı ayırmadan toplumsal katmanların bütününe zehirli bir sarmaşık gibi sirayet etmekle meşgul.
Açık konuşmak lazım… Mesele sadece lümpen ırkçılığı müesses hale getiren İyi Parti ile sınırlı kalsaydı yine de, “çok da büyütmemek lazım” der geçerdik. Ama artık mesele İyi Parti’yi ve onun o berbat mülteci-göçmen karşıtı zehirli popülizmini aşmış durumda. Bolu’da CHP’li belediye başkanı örneğinde gördüğümüz gibi ciddi bir toplumsal karşılık bulabiliyor kendine. Bu korkutucu, hem de çok korkutucu.
Şunun adını doğru düzgün koyalım. “Lümpen ırkçılık”, yedeğine adına “yetersiz beyaz adam sendromu” diyebileceğimiz ruh halini de alarak, “aklî, insanî ve vicdanî” olan herşeyi yok sayıp son derece anlamsız bir karşıtlık geliştiriyor “öteki”ne karşı. Bu, her haliyle Avrupa merkezli olarak yükselen popüler ırkçılığın aynısı…
Şöyle gelişiyor mesele genel olarak. “Yetersiz beyaz adam”, bin türlü yalan ve tezviratla göçmenin, mültecinin, ötekinin kendisi için büyük bir tehlike olduğuna, işini-evini-ekmeğini elinden aldığına dair bir inanç geliştirmeye başlıyor. Bu inanç giderek bir “üstünlük teorisi”ne dönüşüyor ve bu teori son derece yıkıcı semptomlar oluşturuyor. Almanya’da yakılan binlerce işçi evi, öldürülen onlarca Türk işçi, ateşe verilen bir dünya cami bu yıkıcı semptomlara örnek.
Üstelik mesela Bolu Belediye Başkanı olan “yetersiz”, belediyenin yemek verdiği 50 Suriyeli aileye yemek vermemeye başlamasıyla şehrin bütün sorunlarının çözülebileceğine dair bir vaatte de bulunmuş oluyor topluma. Oysa kendisi de, biz de biliyoruz ki sorun orada değil ve o şekilde çözülmeyecek. Fakat fark etmez. “İkame vaat”ler faşizmin en sevdiğidir.