Yürüdüm.
“Yürümekten başka her eylemin adı kaçış, kaçış, kaçıştır” diyen şair gibi yürümedim, hayır. Zaten o şairi kimseler anlamamıştı. Bir yalnızlık, bir yanlış alınmış karar gibi dolaşmıştı o yeryüzünü. Sonra uzanıp kapatmıştı şalteri. Yürümüş, yürümüş, yürümüştü.
Apalayan bir bebeğin ilk tay-tayı gibi de değil, hayır. Ailesinin ablak ve nedense çok sevinçli yüzlerini umursamadan yapması gereken bir şeyi kendiliğinden ve doğal olarak yapmış gibi değil yani. Dünyayı tanımak ister gibi değil.
Yarışmaya iyice hazırlanmış bir atın sahibi tarafından yürütülmesi gibi de değil, hayır. Ne yelelerim taralı, ne bileklerime kırmızı, tuhaf bezler bağlanmış, ne de yürümem tamam olduğunda havuç verilecek bana ödül olarak.
Yürümenin de, koşmanın da, uçmanın da nasiple olduğunu bilerek yürüyen bir derviş gibi de değil, hayır. Bir şair, bir bebek, bir at gibi yürümek istemezdim ama bir derviş gibi yürümek arzu edilebilir bir şeydi benim açımdan. Bütün hallere halle razı olan bir derviş olup, dili damağa yapıştırmayı, boynumu hafifçe sağa büküp yürürken yürüdüğüm yoldan gayrısına bakmamayı çok isterdim hem de.
Bunu başaramadım. Ne gerçek dervişler gibi -ki...