Türkiye'de yaşayan bizlerin ifade özgürlüğü ile imtihanı hiç bitmez.
Hele hele 80’lerin, 90’ların derin karanlığını yaşadıktan, 2000’lerde görece özgürlüklerin tadına varmaya başladıktan sonra bugün yeniden başlayan ifade özgürlüğü sorunlarımızı görünce insan ister istemez umutsuzluğa kapılabiliyor.
Evet, Türkiye’de ifade özgürlüğü sarkacı bir kez daha özgürlüklerin kısıtlanması yönünde hareket ediyor. Mahkemelerimiz bir kez daha esen rüzgarlara eşlik ediyor, bazen gerekçe aramaya bile ihtiyaç duymadan insanları hapse atabiliyor.
İşte o malum bildiriye imza atan kimi akademisyenlerin durumu.
Mahkeme, onları yaptıkları bir şey yüzünden değil, yapmadıkları bir şey yüzünden tutukladı.
Evet, akademisyenler PKK’yı kınamadıkları için tutuklu ve böyle bir şeyi anlamakta zorluk çekiyor insan.
Biz böyle kararları geçmişte de görürdük ama bu çeşit uygulamaların artık geçmişte kalması gerekmiyor mu?
Neyse ki, durumumuz aslında 80’lerden veya 90’lardan hayli farklı; çünkü artık çifte dikiş bir kontrol sistemimiz var. Gerek ifade özgürlüğünü kısıtlayan mahkeme kararları için ve gerekse haksız tutuklama kararları için önce Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapılabiliyor; eğer oradan sonuç alınamazsa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yolu da açık.
Anayasa Mahkemesi özellikle gazeteci tutuklamaları konusunda örnek kararlar aldı. Bunların en önemlisi, Ahmet Şık ve Nedim Şener için alınan karar. Yakın zamanda Can Dündar ve Erdem Gül için alınan kararda da Anayasa Mahkemesi o ilk kararına atıfta bulundu.