BUGÜNKÜ bütün Batı uygarlığının, bütün uzantılarıyla birlikte 'modernizm' felsefesinin kökeninde yer alan ana varsayımı aradığımızda bir yarı kutsal kavramla karşılaşırız: Özgür irade.
İnsanın özgür iradesi gerçekten var mıdır, yoksa bu bir inanç mıdır?
Bu soruyu soran, cevap arayan, cevabı olduğunu düşünüp iddialı çıkarımlarda bulunan, soruyu sorup sonra usulca etrafında dolaşan belki yüzlerce kitap ve binlerce makale var.
Konuyu tartışanlar arasında Noam Chomsky de var; Immanuel Kant da.
Varsayıma göre, bizler özgür irade sahibi bireyleriz ve kendi seçimlerimizi kendi bilincimizle yaparız.
Kant, meşhur çığır açan makalesine başlık olarak Latince bir şiirden alınma ‘Sapere aude’yi seçerken bunu kastediyordu: Düşünmeye cesaret et, kendin olmaya cesaret et.
KARARLAR ÖNCEDEN
Ama derken bilim ve tıbbi görüntüleme teknolojileri ilerledi; birilerinin aklına beynimizin kararları nasıl verdiğini araştırmak geldi. O meşhur deneyin sonunda öğrendik ki, biz bir şeyi (mesela siyah ile beyazdan birini) seçmeye karar vermezden bir süre önce beynimiz bizim adımıza bu kararı vermiş oluyordu.
Bu deneyden hareketle, özgür iradenin bir yanılsama olduğu söylendi; bugün bile söyleniyor. Daha biraz önce, Scientific American dergisinde bu konuda son iki aydır devam eden bir polemiğin son yazısını okudum.
Bazı felsefeci ve bilimciler özgür iradenin var olduğunu söylüyor; bazıları ise olmadığını. Bu tartışmadaki pozisyonlarını kendi özgür iradeleriyle seçtiklerini mi varsaymalıyız, bilemedim.
Şakası bir yana, tartışma son derece önemli.