BU köşeyi sürekli takip edenler biliyor, bilgi ile ekonomik büyüme arasındaki doğrusal ilişki üzerine çok sayıda yazım çıktı; hatta bir ara Türkiye'nin ne kadar bilgi ithal ettiğini araştırmaya kadar vardırdım işi.
Ancak itiraf edeyim, 'bilgi ekonomisi' diye adlandırılan şeyi
ben de 20. yüzyıldan itibaren hayatımıza girmiş 'yeni' bir durum
olarak görüyor, bu 'yeni' duruma uyum sağlamadığımızı, o yüzden de
'geride' kaldığımızı düşünüyordum.
Dün bu köşede 'Dünyaya bakışımı değiştiren kitap' dediğim şey bu;
César Hidalgo'nun an itibarıyla Türkçeye de çevrilmekte olduğunu
öğrendiğim kitabı 'Why Information Grows: The Evolution of Order,
from Atoms to Economies' sayesinde 'bilgi ekonomisi'nin yeni bir
şey olmadığını, hatta 'bilgi' olmadan bir ekonominin zaten
olamayacağını fark ettim.
Avcı-toplayıcı göçebe atalarımızın taşları yontarak mızraklarının
ucuna takması ve böylece hayvanları daha kolay avlaması bir 'bilgi
artışı' ile oldu. Türk kavimlerin Orta Asya'dan Avrupa'nın
ortalarına kadar ilerlemesini sağlayan askeri başarı bir 'bilgi
atılımı'na, bir 'teknolojik yenilik'e atfedilir: Çift gergili yay
ile at sırtında hedefi bulan atış yapma başarısı.
İnsanlık tarihine böyle bakacak olursanız, bir ulusu diğerine göre
öne çıkaran her gelişmenin bir 'bilgi artışı' sonrası olduğunu
görürsünüz. Bugün zengin olan ekonomiler, zenginliklerini ve
büyümeye, yani zenginlik üretmeye devam etmelerini o 'bilgi
artışı'na borçlular.
Buraya kadar yazdıklarım malumun ilamı; ekonomiyi bilginin
büyüttüğünü hepimiz biliyoruz. Peki bilgiyi ne büyütüyor?
Evet elbette eğitim, elbette bilime saygı, elbette bilgiye
saygı.