KENDİNİ ne kadar iyi gizlemeyi başarmış olursa olsun, sonuçta dar bir çıkar grubunun devleti ele geçirmeye bu kadar yaklaşmış olmasının en önce ele alınması gereken en önemli güvenlik konusu olduğu hakkında nihayet bir siyasi uzlaşmamız oldu.
Bu uzlaşma ortamının doğması için 246 vatandaşımızın ölmesine neden olan vahim ötesi bir darbe girişimi yaşamamız gerekti.
Geçmişe dönüp ‘Ama o zaman herkes bize düşmandı, bir tek onlar vardı elde’ diye konuşmak da, ‘Yolsuzluk iddialarını ciddiye almasa mıydık’ diye sormak da anlamsız; geleceğe bakmalıyız.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın düzenlediği liderler zirvesi sonrası ortaya çıkan mini anayasa paketi ihtimali ve bu pakette yargı bağımsızlığı ile tarafsızlığını sağlayacak düzenlemelerin yer alacağı haberleri gerçekten heyecan verici.
Yargının bağımsızlığını ve bir yerde hesap verebilirliğini sağlamamız lazım. Bu olmadan Türkiye’de ‘adalet’ tartışması bitmez, adında ‘adalet’ kelimesi olan partilerin de arkası kesilmez. Ama düzenleme yapmamız gereken yegâne alan yargı değil. Türk Silahlı Kuvvetleri’nden Bayındırlık Bakanlığı’na, Tarım’dan Maliye Bakanlığı’na kadar bütün idari teşkilatımızı yeni baştan kurmamız, bu devlet organlarının ele geçirilememesi için gereken tedbirleri almamız gerek.
“Ele geçirilemesin” derken polisiye tedbirlerden, istihbarat teşkilatlarının kişiler hakkında daha detaylı fişleme yapmasından söz etmiyorum.
Kurumlarımızın gücü de sınırlanmalı, bu kurumsal gücü kullananların liyakatsiz kişilerden seçilmesi de engellenmeli. Ama aynı zamanda ‘devlet memuriyeti’nin kendi başına bir kast haline gelmesinin de önüne geçilmeli. Partilerimiz bu gibi konuları açık dille konuşacak olurlarsa görecekler ki uzlaşabilecekleri zemin kavga ettikleri zeminden çok daha geniş.