Yine geldi çattı bir Babalar Günü daha…
Kendimi, kimselere söylemediğim kadar yalnız, içine kapanmış, mutsuz ve yetim hissettiğim yegane günüdür bu senenin…
Biliyorum hiçbir zaman da geçmeyecek içimdeki sızı…
Ancak bu hali bilenler anlar, yok kelimelere dökülecek tarifi, şekli, yazısı…
Yıllar geçiyor, ne tuhaf daha da ağırlaşıyor acısı…
Bugün çayım demsiz, yemeğim tuzsuz, kaç kat giyinirsem giyineyim içimde geçmeyen bir üşüme, hep bir tanıdık hüzün, artık aşina olduğum bir keder var üzerimde ve gözümün önünde de hep yüzün…
Yaklaştıkça uzaklaştığım bir mesafeyi, burnumda tüttükçe artan bir hasreti ve her ne yaparsam yapayım beni bir yerlerden ama çok uzak bir yerlerden seyrettiğini bildiğim birinin ismini söyleyeceğim gün boyunca sessizce, gizlice, kimselere göstermeden, belli etmemeye çalışarak her Babalar Günü’nde yaptığım gibi…
Kokusu burnumdan gitmeyen adam, ilk hocam, kahramanım, babam…
Yaş da elliyi geçeli hayli oldu ama ne zaman adını ansam, ben hala o çelimsiz çocuk, karanlıktan korkan oğul, tabutuna omuz veren bir küçücük adam…
Dün gibi hatırımda gittiğin gün, o son hüzünlü görüşmelerimiz, gözyaşlarımı içime akıtırken ‘ne o yoksa ağlıyor musun’ diye sorduğunda, ‘merak etme, çok iyiyim ben baba’ diye beceriksizce yalan söyleyişim sana…
Şimdi, bugün bir Babalar Günü’nde daha, yine burnumun direği sızlarken ve sen üzülme diye, sanki görecekmişsin beni korkusuyla ağlamıyormuş numarası yaparken, bu defa tutmayı beceremezsem kendimi affet…