“akşam kapı eşiğinde bir terli giysi gibi
soyunmak vardı derdinden evrenin
bir entari serinliğini giyinmek
kendi derdini tespih gibi çekmek elinde
yün örmen vardı akşamları koltuğa gömülü
karşında polisiye roman okumak vardı
sorgusuz bakışmak yoruldukça gözlerimiz
sevinçsiz gülmek üzüntüsüz ağlamak
oturmağa konuklar gelmesi bazen
çevresinde bir masanın kaygısız
sıcacık konularda bir demli çay gibi
bilmedik komşularla konuşmak
dünyamızla uyuşmak vardı
oyunda sonunu görmeden oynamak
sevinebilmek kazandığına
yitirdiğine yerinebilmek…”
Toz kondurmazdı babam Ecevit’e. Çok özel bir saygınlığı ve apayrı yeri vardı her zaman bizim evde. Mahalle komşumuz da annesi, tanırdı, severdi hepimizi.
Sanatla, edebiyatla, şiirle çok ilgiliydi. Türk dilini müthiş zarif kullanır, İngilizce’nin de hakkını verirdi.
Bir televizyon röportajında tane tane ‘çekimser’ kelimesinin yanlış bir kullanım olduğunu anlatışını hatırlıyorum. “Efendim kelimenin kökü çekinmekten, çekinceden gelir. Dolayısıyla doğru ifadesi çekimser değil, ‘çekinser’ olmalıdır.”
Yukarıdaki şiiri, bir ömür beraber yürüdüğü hayat arkadaşı Rahşan Hanım’a yazmıştı.
Sağcısından solcusuna, liberalinden muhafazakarına herkesin gönlünü kazanmıştı.