Bu yazıyı bitirip gazeteye göndermeden önce saat 22.30’da bir
kez daha televizyona baktım; Anadolu Ajansı’nın verdiği sonuçlara
göre cumhurbaşkanı seçiminde Recep Tayyip Erdoğan
yüzde 52.79 ile öndeydi; bu orana göre ilk turda kazanıyordu.
Milletvekili seçimlerinde ise Cumhur İttifakı oyların yüzde
53.8’ini alarak Meclis’te çoğunluğu kazanmaktaydı… Hiç kampanya
yapmayan MHP’nin oyu yüzde 11.22 seviyesindeydi. Gerçek dip dalga
MHP olmalıydı. Bütün bu rakamların nihai gerçeği yansıtmadığını
varsaysak da “sonuç” diye ekranlara yansıtılan buydu ve YSK’nin
açıklayacağı da buna benzer bir seviyede olacaktı…
Ve bu “resmi sonuçlar”, bize Türkiye’de seçimle işbaşına gelenler
tarafından düzenlenen en antidemokratik seçimlerin halihazırdaki
iktidara yazıldığını söylüyordu. Ne adil, ne serbest, ne de güvenli
olan bu seçimler sonuçta başka bir şey söyleseydi, mesela muhalefet
kazansaydı, Türkiye bir istibdat rejimini seçimle değiştiren ülke
olarak siyaset bilimi literatürüne ve tarihe geçecekti.
Muhalefet kazanmadı belki ama halk kazandı.
Bu seçimin gerçek galibi halktır.
Adil olmayan, serbest olmayan, güvenli olmayan ve de demokratik
olmayan bu seçimlerin tüm bunlara rağmen gerçek bir seçim olarak
tecelli etmesinde en büyük pay önce halkın sonra siyasi
muhalefetindir.
Halk, demokratik değişim arzusunun ardında başından sonuna kadar
durmuştur. Siyasi süreçlere katılmıştır. İYİ Parti lideri
Meral Akşener ve Saadet Partisi lideri
Temel Karamollaoğlu’nun
cumhurbaşkanı adaylıkları için 100 biner imzayı birkaç gün gibi
kısa bir sürede vermiştir.
Halk umutlu olmuştur. Meydanları doldurmuştur. Muharrem
İnce’nin mitinglerinde coşmuş, Gündo...