Her yeni tutuklamayla birlikte cezaevindeki gazeteci sayısı artarken, dışarıdaki milyonların Türkiye’si daha büyük bir “ifade özgürlüğü hapishanesi”ne dönüşüyor.
Cezaevine konularak aramızdan eksiltilen her gazeteci, milyonların zihnine vurulmuş yeni bir kilittir.
Şu veya bu biçimde yok edilen her gazeteci...
Baskı karşısında ailesini, okul çağındaki çocuğunu düşünüp sinen ve susan.
Sahip olduğu ayrıcalıkları gazetecilikten daha çok sevdiği için, iktidarın tehdidi altında kalınca tercihini ayrıcalıklarından yana yaparak gazetecilikten vazgeçen.
Kıt kanaat geçinerek gazetecilik yapmak ya da yaratıcı, yenilikçi çözümler geliştirmek gibi bir imkânı varken, zalimin safına iltihak eden.
Muktedirden rüşvet alıp aklını kiraya veren.
Veya bunların hiçbirine razı olmayınca zamanın güçlüleri tarafından işinden kovdurulan.
Cezaevine düşmemek için gönüllü sürgün yollarına düşen her gazeteci...
Ve hatta öldürülen.
Ölü ya da diri, ahlaklı ya da ahlaksız, hapiste ya da dışarıda, mesleğini yapamaz, başka bir ifadeyle, bilgisini ve özgün perspektifini okuruyla paylaşamaz hale getirilen her yeni gazeteciyle birlikte, Türkiye daha büyük bir “bakış açısı mezarlığı” haline getiriliyor.
Gazetecilik öldürülmüş ve Türkiye bir “basın özgürlüğü çölü”ne dönüştürülmüştür.
Bugün bu sapsarı, kupkuru çölde, mesleğini yapabilenlerin yaşadığı birkaç vaha kalmıştır.
Türkiye’de gazeteciliğin en büyük, en yeşil vahası Cumhuriyet’tir.
Kökü sağlam ve derindedir.
Çölleşmiş toprak muhtaç olduğu suya kavuşunca gazetecilik mesleğinin yeniden yeşerip dal budak saracağı vaha, Cumhuriyet’tir.