Türkiye’de dün Mısır’ın Sina Yarımadası’ndaki terör saldırısında
öldürülen 305 kişinin anısına bir günlük resmi yas ilan edildi,
kamu kuruluşlarında bayraklar yarıya indirildi.
Yerinde bir tepkiydi.
Sadece Mısır tarihinin en kanlı terör eylemi karşısında sessiz
kalmamak bakımından değil, saldırganlar ve kurbanlarının kimler
olduklarının bizleri yakından ilgilendirmesi dolayısıyla da
doğruydu bu bir günlük yas ilanı...
Lakin yas ilan etmek başka, gerçekten yas tutmak başka...
Bayrakları yarıya indirmekle yetinmek şekilcilikten ibaret.
Dünyayı üzüntüye sevk eden bir hadise dolayısıyla yas tutmak,
düşünerek yoğunlaşmayı ve tartışmayı gerektirir.
O halde üzerimize düşeni yapmayı deneyelim...
IŞİD doğrudan üstlenmese de Bir El-Abd kasabasındaki, Sünni
mezhebinden Sufilerin ibadet ettiği El-Ravda Camii’nde cuma namazı
için toplananlara karşı saldırının bu örgüt tarafından
düzenlendiğine dair genel bir kabul söz konusu. Bunun bir nedeni
teröristlerin IŞİD flamaları taşıdıklarının görülmesi, ikinci
nedeni de IŞİD’in Sina’nın yanı sıra Mali ve Pakistan gibi diğer
bazı ülkelerde “tekfir ettiği” yani İslam dışı sayarak
düşmanlaştırdığı Sufileri bundan önce de hedef aldığının
bilinmesi... Velhasıl yeni bir fenomenle karşı karşıya değiliz.
Burada bir parantez açarak, Tayfun Atay’ın dünkü
Cumhuriyet’te yayımlanan “Sufilik, Selefilik, IŞİD, Türkiye”
başlıklı yazısını atladıysanız, mutlaka okumanızı salık veririm.
Atay, “IŞİD’in eylemini kendince gerekçelendirecek dayanak, İslam
tarihinde mevcuttur” dedikten sonra IŞİD’cileri kastederek ekliyor:
“Tarihsel olarak, sosyolojik olarak, sosyal antropolojik olarak
bunlara ‘Müslüman’ demek durumundayız. (...) Din adına yapılan
sa...