AKP iktidarı, 15 Temmuz darbe girişimine karşı Batılı medya ve
siyaset sınıfından umduğu desteği bulamamaktan ötürü kırgın ve
kızgın. Darbenin ordudaki Gülenci örgütlenme tarafından
düzenlendiğine Batılı muhataplarını inandırmakta umulan başarıdan
uzak olduklarını hissettikçe, öfkeleri daha da artıyor.
Batı âlemi nezdinde inandırıcılıklarını o kadar yitirmiş durumdalar
ki muhataplarını ikna etmek için darbenin Gülencilerin işi olduğunu
saptayan muhaliflerini referans gösteriyorlar.
Peki, dış dünyanın önemli bir kısmı ile bu güven ve inandırıcılık
krizini neden yaşadıklarını araştırıp, doğru cevaplar bulmak için
saygıdeğer bir çaba içine giriyorlar mı?
Hayır. Zora düştüklerinde daha önce ne yapmışlarsa bu fasılda da
tekrar ediyorlar: Bir taraftan, dünyada uğradıkları güç kaybını
ülke içinde güç devşirerek dengelemek için muhalefetle sahte ve
kısa ömürlü işbirliklerine yöneliyorlar...
Diğer taraftan da bu büyük inandırıcılık ve güven yitimindeki
sorumluluklarını başkalarının üzerine atarak kendilerini temize
çıkarmayı deniyorlar.
Cumhurbaşkanlığı
Sözcüsü İbrahim Kalın’ın
13 Ağustos’ta attığı üç tweet, bu çabanın çarpıcı bir
örneğiydi.
O tweet’ler şöyleydi:
“İki yıldır sistematik olarak inşa edilen ‘otoriterlik/
diktatörlük’ söyleminin amacı, darbeye zemin
hazırlamaktı. Millet bu oyunu bozdu.
‘Otoriterlik/diktatörlük’ söylemini yayanlar, aynı zamanda
darbeye doğrudan veya dolaylı destek veren çevreler. Bu bir
tesadüf değil.
Darbe başarılı olsaydı ‘diktatöre karşı darbe yapıldı, haklı
gerekçeleri var’diyeceklerdi. Mısır’da yaptıkları gibi. Millet
geçit vermedi.”
Kalın’ın bu tweet’lerinde, Türkiye’deki her türlü otoriterlik
eleştirisini darbecilikle özdeşleştirip susturmayı amaçlayan
tehlikeli bir kurnazlığın ifadesi var.
Darbeciler, otoriterleşmeyi darbeye teşebbüsün gerekçesi olarak
kullanmış olsa bile bu durum otoriterleşmeden söz eden herkesi
otomatikman darbeci yapmaz.