Tantanayı, farfarayı bir kenara bırakalım. St. Petersburg’daki ağırbaşlı görüşmeyi, Amerikalı eski sevgiliye nispet gösterisine çevirmeyelim.
Ne de 15 Temmuz’dan sonra yeni bir dünyanın kurulduğunu ve Türkiye’nin orada yerini aldığını sanma gafletine düşelim.
St. Petersburg’daki “tarihi” bir görüşme değildi çünkü. Tarihin akışını değiştirmiyordu. Tam tersine, dış politikayı tavla oynar gibi yönetmeye kalkanların 24 Kasım’daki fütursuz uçak düşürme eylemi sonucunda rayından çıkmış ilişkileri tarihin akışına geri taşımayı amaçlıyordu.
Putin-Erdoğan görüşmesi, 15 Temmuz başarısız darbe girişimi olmasaydı da eninde sonunda yapılacaktı. 15 Temmuz’dan 3 hafta önce, 24 Haziran’da Putin’e ulaştırılan Erdoğan imzalı özür mektubu ile bunun yolu yapılmıştı.
Erdoğan’ın 15 Temmuz’dan birkaç gün sonra darbe girişiminin ardında ABD’yi görmeye başlaması üzerine bu St. Petersburg buluşmasına yeni anlamlar yüklendi. Erdoğan Türkiye’sinin Batı’dan koparak Avrasya’ya yönelme egzersizleri yaptığı ve Rusya ile stratejik ortaklık arayışına girdiği minvalinde abartılı yorumlar yapıldı.
Klişeleşmiş laftır; “Tango iki kişiyle yapılır” derler. Batı tarafından defterden silindiği için fevkalade duygusallaştığı hissedilen bir Erdoğan’ın kendi çıkış yolunu Putin’le “Avrasya tangosu” yapmakta gördüğünü varsaysak bile, tango iki kişiyle yapıldığı için, Putin’in de bu dansa hazır olması gerekirdi.
St. Petersburg’daki Putin ise Erdoğan’la “Avrasya tangosu” yapmaya hevesliymiş gibi görünmüyordu. Putin bu dansa Erdoğan istiyor diye kalkamazdı. Hatta, Putin’in bu dansı istemesi bile tek başına yeterli olmazdı. Çünkü Türk-Rus ilişkileri, aynı zamanda Rus-Amerikan ilişkilerinin konusudur. Soğuk Savaş sonrasının istikrarsız ve öngörülmez ortamında bile varlığını koruyan bu dengeler karşılıklı rıza üretimleri olmadan değiştirilmek istendiğinde, tarafları üzebilecek ciddi sorunlar baş gösterir. Bunu bizim köşe yazarı ve yayın yönetmeni kılıklı İslamcı sergerdeler bilmez belki ama realite böyledir.