Demokrasinin otoriter rejimden farkı şudur: Demokraside yasalar
taslak halindeyken en geniş toplum kesimlerinin katılımıyla
tartışılır. Otoriter rejimde ise kısıtlanmış fikir özgürlüğü
çerçevesinde mümkün olan bir tartışma, iş işten geçtikten sonra
başlar... 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) geçen pazar
günü Resmi Gazete’de yayımlanmasının ardından yaşananda olduğu
gibi...
137 maddelik 696 sayılı torba KHK’nin içeriğinden yürürlüğe girene
kadar dar bir iktidar çevresinin dışında kimsenin haberi olmadı. Bu
bir “torba KHK” değil de o hiç beğenmediğimiz “torba yasa”lardan
biri olsaydı, hiç değilse Meclis’e getirilecekti ve belki
milletvekilleri ve komisyon toplantılarını izleyen bazı meraklı
gazeteciler, taslak içeriğindeki “sivillere cezai sorumsuzluk” ve
“mahpuslara tek tip elbise” gibi son derece netameli maddeleri
ayıklayarak gündeme taşıyacaklardı. Bir tartışma başlayacak ve
yasalaşma sürecinde iktidar kendisini savunmakta zorlanacaktı.
“Torba yasa”, iktidarın Meclis’teki muhalefetin, velhasıl milli
iradenin denetim görevini zorlaştırmak amacıyla uyguladığı bir
teknikti. Torba yasalarla medyayı da uyutabiliyorlardı.
İktidarın “torba KHK” kurnazlığı, geçmişteki torba yasalarına
rahmet okutuyor.
Buiktidar696sayılıtorbaKHK’nin121’inci maddesi marifetiyle, 15
Temmuz darbe girişimi ve terör eylemlerinin “devamı niteliğindeki”
eylemlerin “bastırılmasında” yer alacak sivillere hukuki, idari,
mali ve cezai sorumsuzluk getirilmesinin önünü açtı.
“Eylemlerin bastırılmasında yer alacak siviller”
derken, gelecek zaman kipini bilinçli olarak kullanıyorum. Çünkü
ilgili maddede yer alan, “bunların devamı niteliğindeki eylemler”
şeklindeki ucu açık ifade, geçmişten ziyade günümüzü ve g...