ABD Doları geçen nisan başında 4.0’ı görmüştü. Papaz Brunson o zaman da tutukluydu. Ama ABD’yle ayyuka çıkmış bir “Brunson krizi”miz henüz yoktu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Londra’ya gittiği 13 Mayıs’ta ABD Doları/TL kuru 4.3 seviyesindeydi. Erdoğan, Bloomberg TV’ye serbest bir mülakat verdi. “Serbest” derken, söyleşinin kontrolü gerçek sorular soran gazetecideydi, onu kastediyorum. Gerçi bütün sorular Erdoğan’ın seçimleri kazanacağı varsayımına göre hazırlanmıştı... Erdoğan o yayında, 24 Haziran’dan sonra “yürütmenin olmazsa olmaz başı” olarak Merkez Bankası’na daha güçlü biçimde müdahale edeceğini, reel faizi sıfırlamak istediğini, faizin sebep, enflasyonun netice olduğunu söyledi. Bu sözleri, uluslararası yatırımcıların Erdoğan’a duyduğu kuşku ve güvensizliği daha da artırdı. O gün Türkiye’nin yatırım yapılabilir ülke olma vasfı, kurumsal yatırımcıların nokta-i nazarında daha da azaldı. Türk Lirası bir günde yüzde 4 değer kaybetti; ABD Doları 4.3 iken 4.5’e fırladı. Ardından 5’i gördü.
Bu, yurtdışı kaynaklı bir operasyon muydu?
Hayır, Türk Lirası’ndaki bu ani değer kaybına vahim bir iletişim hatası yol açmıştı. Aşırı kırılganlaşmış bir ekonominin başındaki kişilerin Londra’daki kurumsal yatırımcılara en son duymak isteyecekleri şeyleri söyleme lüksü olamazdı. Olursa, işte böyle sonuçları da olurdu.
Peki, bugünlerde Türkiye’yi hedef alan bir ticari/mali operasyon söz konusu mudur?
Evet, öyledir. Türk-Amerikan ilişkilerinin tarihte yaşadığı en derin, en karmaşık, en kapsamlı, en büyük krizin vardığı noktada ABD, Türkiye’ye yaptırım uyguluyor. Ticaret ve dolar silahını kullanmaya çok heveskâr Trump yönetimi, Türkiye’nin yumuşak karnı olan ekonomisine vurarak kendi iradesini Ankara’ya kabul ettirmeye çalışıyor...