Tarih sayfaları insanların ve toplumların hayat hikâyeleri ile doludur. Milletler ve devletler tarihlerinden ibret almadıkları sürece aynı akıbetleri defalarca yaşamaları haktır. Bu sebeple milletler hayatlarını huzur içinde devam ettirebilmeleri için geçmişlerini çok iyi bilmeleri ve varsa hataları onları bir daha işlememeleri gerekir. Tarihini, kültürünü, değerlerini bilmeyen toplumlar geleceğe emin adımlarla yürüyemezler.
Devletler de insanlar gibi doğar, büyür ve ölürler. Devletlerin bütün sistemini oluşturan içindeki insanlardır. İçindeki insanların inanç sistemi ne ise o devletlerin de inancını o oluşturur. İnsan her ne olursa olsun hayatına yön veren inandığı değerler ise, o insanın yönettiği devletin de hayatına yön veren onu yöneten insanların inancı olacaktır.
Tarihteki olaylara baktığımızda devletler ve insanlar arasında vuku bulan olayların seyri inançları ile paralel olmuştur. İslam inancına sahip devletlerin iş ve hareketleri, savaş ve barışları, yöntem ve yönetimleri Hakka uygun ve Hakkın istediği yönde olmuştur. İslam inancına karşı insan ve devletlerin icraatları haksızlık, zulüm, kan ve nefret üzere olmuştur.
Hakkın yanında başta peygamberler olmak üzere onların arkadaşları olmuş, zulmün yanında ise firavunlar ve ondan beslenen taraftarları olmuştur. İslam’ın dünyaya yayılışında gördüğümüz metot hep doğrudan ve adaletten yana olurken, onu engellemeye çalışan zihniyetin başvurduğu yol hep zulüm olmuştur. Toplam kurbanlarının sayısının neredeyse 40 milyona ulaştığı tahmin edilen Stalin, dünyanın başına, bugüne kadar yaşanmış en büyük sorunu, İkinci Dünya Savaşını açan, ihtirası sonucu 60 milyon insanın ölümüne sebep olan Adolf Hitler, Hitler’in ruh ikizi gibi çalışan, hem kendi halkına ve hem de başka ülkelere kan kusturan İtalyan diktatörü Benito Mussolini, devrimcilerin eli en kanlısı Mao, Kamboçya psikopatı, eli kanlı Pol Pot, Avrupalı diktatörlerin en okumuşu, Antonio Oliveira Salazar, İspanya’nın başına 36 yıl bela olan diktatör Francisco Franco, Orta Afrika’nın Frapan imparatoru Bokassa, Afrika Kasabı İdi Amin Dada, Şili diktatörü General Pinoşe, Kongo celladı II.Leopold, Avrupa’nın “Komünist Kralı” Nikolay Çavuşesku bunun örneklerinden bazıları. Sadece idare ettikleri ülkelerde değil sömürü altında sakladıkları ülkelerde de milyonlarca insanın kanını emen bu vampirlerin dünyaya getirdikleri huzur değil aksine zulüm olmuştur.
Mekke’nin fethiyle başlayan İslam’ın dünyaya yayılış serüveninde ise dili, dini, ırkı ve cinsiyeti ayırt edilmeden önce insanın huzur ve güveni esas alınmış ve bütün sistem onun üzerine inşa edilmiştir. Hz. Ebu Bekir ile devam eden İslam fetihleri, İslam Adaletini, din ve vicdan hürriyetini ve hakkın sesini hiçbir zorlama ve engel olmaksızın duyurma gayesi ile artarak devam etti. İstanbul’un fethine kadar bütün fetihler adalet üzere inşa edildi. Hak ile batıl arasındaki fark bu oldu her zaman.
Günümüzde de değişen bir şey yok. İslam inancıyla hayatını süsleyen insanların idare ettikleri ülkelerin devlet, millet ve milletlerarası hukuk anlayışı ile hayatını gayri İslami unsurlarla besleyen insanların ve idare ettikleri ülkelerin bugün ki anlayışları tarihte olduğu gibi vuku bulmaktadır. Doğunun kanını emerek kendilerine süslü hayatlar inşa eden batının hayat anlayışı inancıyla paralel yürümektedir. Bunun en son örneği Türkiye sınırında gördüğümüz ve tüm dünyanın dikkatle takip ettiği Afrin operasyonuyla başlayan süreç oldu. Her gün ayrı bir söylemle karşımıza çıkan batı medeniyeti orta doğuda planladığı oyunların bozulmasından son derece rahatsız. Söylemiyle icraatının birbirine uymadığı, her defasında içimizdeki ve sınırımızdaki terörü besleyen yapısıyla batı bu defa karşılarında güçlü bir Türkiye’yi bulunca ne yapacağını şaşırmış durumda. Hiçbir şey eskisi gibi değil artık. Oturduğu yerden Türkiye’yi istediği gibi yönlendirdikleri günler çok eskide kaldı.