Bir garip yolculuktur hayat ve bir garip yolcudur insan. Kıvrım kıvrım kıvranırken yollarında hayatın nice duygulu anlar yaşarız ve nice hatıralar birikir gönül dünyamızda. Bazen doğduğumuz yerde geçer ömrümüz, bazen diyar diyar dolaşırız dünyayı.
Hangi sebeple olursa olsun doğduğumuz topraklara geldiğimizde başka bir duygu kaplar içimizi. Her şeyden önce buram buram toprak kokusunu doyasıya çekersiniz içinize. Bu aylarda yeşil örtüsünü giyinmiştir tabiat. Armut ağaçları en tatlı meyvelerini sunar size. Karayemişler bayrağın rengiyle renklenmiş, salkım salkım sallanır yerlere doğru. Üzümler henüz yeşilin en güzel tonunda, olgunlaşma zamanını beklemektedir. Erikler birer zümrüt gibi asıldır dalında. Çay bahçeleri her mevsim rengini korur ve hazırdır sohbet ortamlarında sunulmak için dostlara. Güneşiyle, yağmuruyla bir başka güzeldir memleket. Doğup büyüdüğümüz bu yerler her köşe başında bir hatıra saklar. Kur'an kursunun odalarında hala seslerimiz yankılanır. Camilerin bahçelerinde namaz öncesi sohbetlerimiz duyulur. Meyve ağaçlarının dallarında meyve yeme yarışlarımız seyredilir. Çay bahçelerinde hala alın terleri akmaktadır. Dağlarda çayır biçme telaşlarımız hala tazeliğini korumaktadır. Ormanların derinliklerinde naralar duyulur eskiden kalma. Akşam saatlerinde merkezdeki kahvehanelerin köşelerinde çaylı muhabbetlerimiz duyulmaktadır. Serin serin uykuya dalınır buralarda. Bazı evlerin bacaları yazın ortasında bile tüter. Hulasa her şey güzeldir buralarda.
Her yıl bu güzellikleri yaşamak için koşarcasına geliriz memlekete. İşlerimizin elverdiği ölçüde kalırız, aklımızı ve gönlümüzü doğduğumuz topraklarda bırakır döneriz doyduğumuz topraklara. Döndüğümüz anda başlar hasretimiz ve yeniden plan yapmaya başlarız önümüzdeki yıl için. Bütün bunları yaşarken günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları kovalar ve kimimizin saçı ağarır, kimimizin dökülür. Kimimizin beli bükülür, kimimizin dizlerinde ağrılar başlar. Yaşlandığımızı kabullenmeyiz ve eski günleri yad ederek genç tutmaya çalışırız kendimizi.
Eskiden bu topraklarda böyle güzel günler yaşarken cami etrafındaki ve mahallelerin içindeki mezarlıklarda adını bildiğim kimsecikler yoktu. Hepsi ya ben doğmadan ölmüş, ya da tanıma fırsatı bulmadığım kimseler yatardı kabirlerde. Gece yanlarından geçecek olsam korkardım ama kimselere de belli etmezdim. Zaman zaman merakım gereği mezar taşlarını okuduğumda altında yatanların kimliklerini anne veya babama sorar, onlardan öğrenirdim. Onların anlatırken duygulanmalarının sebebini çok merak etmez, sormazdım bile.
Şimdilerde mezarlıkların yanından geçerken artık hep tanıdığım kişilerin mezar taşlarını okuyorum. Hemen hemen üç kuşağın vefatına şahit olduğum günleri geride bıraktım. Her birini çok iyi tanıdığım ve onlarla sohbet etme fırsatı bulduğum dede, baba ve oğlunun yan yana yattığı mezarlara bakarken hatıralar geçiyor gözlerimin önünden ve iki damla yaş süzülüyor gözlerimden. Bu fani âlemde seyr-ü seferimiz yarım asra dayanınca anlamaya başladım anne babamın gözünden süzülen iki damla yaşın sebebini. Cami bahçesinde namaz öncesi oyun oynadığımız ve namaz kılan büyüklerimizin tatlı azarlarını işittiğimiz günler çok geride kaldı. Ön saftaki dedelerimiz göç edeli uzun yıllar oldu. Şimdi birçoğumuzun babası da aile mezarlıklarında hazırladıkları ebedi istirahatgahlarında. Dedelerimizin saf tuttuğu yerlerde şimdilerde biz namaz kılıyoruz ve pencereden aile mezarlıklarımız görünüyor.
Her nefis ölümü tadacaktır elbette. Kısa ya da uzun, ne kadar yaşarsan yaşa, sonunda göç var ebedi âleme. Ne kadar yaşadığın değil de nasıl yaşadığın kalıyor geriye. Neler bıraktığın konuşuluyor ardından. Bir tatlı gülümseme bıraktıysan dudaklarda ne mutlu sana. Maddi tereken varislerini ya sevindirir, ya da kavgaların içine sürükler. Yasın tutulmadan mirasının hesabı yapılır çoğu kez. Bu kavgaları yapanlar da bir tat almazlar dünya malından.