TÜRKİYE’nin her köşesinden acı, kan ve gözyaşı sızan, tarihten silinesi 1993 yılında henüz çok genç bir gazeteciydim...
O lanetli yılın ilk günlerinde, 24 Ocak’ta Uğur Mumcu’nun alçakça katledilmesiyle memleketin üstüne yerleşen karabulut daha da, daha da karararak yerini korudu, kapladığı alanı sürekli genişletti...
Siyasi krizler, ekonomik felaketler, faili meçhuller, derinliğine ve karanlığına erişilemeyen şebeke işleri, suikastlar, çok şüpheli ölümler, katliamlar, terör saldırıları yağdı üstümüze...
Eşref Bitlis’ten Bahtiyar Aydın’a, Cem Ersever’e, hatta Turgut Özal’a, Adnan Kahveci’ye kadar pek çok ismin sis perdelerine sarılı ölümleri...
Sivas’tan Başbağlar’a katliamlar...
Geçip giden 25 yılın ardından, bir çeyrek yüzyıl sonra, meşhur “aldanan ve aldatılan” denkleminde hep aldananların tarafında kaldığımı itiraf etmeliyim...
Nutuklara inandık, aldandık...