"Bütün o büyük, gece vakti ışıklı, parlak cadde;
sinemalar, pastahaneler, lokantalarla meyhaneler, vitrinlerinin
ışıkları yanan büyük mağazalar, sonra da o ana caddeden aşağıya
inen ya da Meşrutiyet Caddesi’yle birleşen Tepebaşı Caddesi’ne
açılan, ardından Aynalıçeşme’ye Dolapdere’ye, Kaşımpaşa’ya, Ziba
Sokağı’na inen sayısız bakımsız yol... Buydu yaşadığım dünya
benim...”
Bu satırları nasıl bir iştahla, kendimi hikâyenin
kahramanıyla özdeşleştirerek okuduğumu şu anda bile
hatırlıyorum.
İlk gençlik yıllarımda bir kitap fuarında kapağındaki Magritte desenine, adına ve arka kapağındaki “...gizemli İstanbul kentinde hiçbir yer beni Tünel alanı kadar ilgilendirmemiştir” notuna takılarak.....