ASLI çıktı, Ahmet girdi...
Ne diyeyim şimdi ben? “Mutlu yıllar, umutlu yarınlar” mı?
Diyeyim tabii, dedim bile, öyle farz edin, ama demekle, dilemekle
olmuyor işte. Biliyoruz...
Yabancı değiliz, size yalan söyleyecek halim yok...
Masallar, periler diyarından uzatılan hileli torbadan iyi dilek
çekmeye, çıkan niyete inanmaya, paylaşmaya, umut tacirliği yapmaya
gücüm yok.
Cemal Süreya’nın “Söz Yitimi” şiirinden ruhuma kazınan ve sıkça
tekrarladığım kelimelerin işaret ettiği adresteyim:
“Bir yere geldik ki
Hiçbir sokağın adı yok...”
Ne getirecek 2017 bize?
Barış? Uzlaşı? Bolluk, bereket? Aşk? Huzur? Daha fazla özgürlük?
Hak, hukuk?
Bunlara inanmaya devam edecek gücü bulamıyoruz terörle, ölümle,
kavgayla, haksızlıklarla, insan olanı utandıracak şahsi
ihtiraslarla sınanırken...
Herkesin memleket aşkından dem vurduğu ama gerçekte yalnızca
sevgisizliğin, şiddetin, dizginlenemeyen öfkenin sesinin gür
çıktığı bir dönemde bir takvim yaprağı dönümü yol bizi “ulvi”
dileklerimize ulaştırmaya yeter mi?
Yetmeyeceğini biliyoruz, yorulduğumuz yerde şiirlere, şarkılara
sığınıyoruz en fazla...
Küçük iskender neredeyse 30 sene önce “Gözlerim Sığmıyor Yüzüme”yi,
ilk kitabını yayınladığında şu mısraları hemen ezberlemiştik:
“...Doğumla ölümün arası
topu topu bir savaş parçası
sahi, kaç kilometreydi yaşantım/ kaç litre hava çektim
ciğerlerime
ve kaç litre yaş döktüm
yüzölçümü neydi yüzümün
para birimi duygularımın ve bayrağı düşüncelerimin
yüreğimin dini neydi/ nasıl bir yönetim şekliydi bedenim!..”