12 Eylül öncesindeki anarşi ve terör hadiselerini merhum
Demirel’den dinlemeye devam edelim:
Güvenoyu aldığımız 25 Kasım’dan dokuz gün sonra, 4 Aralık’ta
devletin güvenlik kuvvetlerini, sıkıyönetim komutanlarını topladık.
“Bu durmalıdır” dedik. “Durdurun bunu. Devletin, bunu sizden başka
durduracak gücü yok. Ne isterseniz verelim. Yetki isteyin, yetki
verelim; para isteyin, para verelim; asker isteyin, asker verelim;
malzeme isteyin, malzeme verelim. Ne isterseniz verelim.
“Yalnız, gayriinsanî şekilde kullanılabilecek yetkileri bizden istemeyin. Ne gibi? Dersim Kanunu gibi, Sürgün Kanunu gibi, İstiklâl Mahkemeleri gibi, Takrir-i Sükûn Kanunu gibi. Hukuku tatil eden bir yetki istemeyin. Bu, zulme kaçar. Anarşi ve terörü önlüyorum diye devletin bizatihi kendisi terör vasıtası haline gelirse, öyle sağlanmış bir sulhun ne değeri vardır? İnsan haklarını tahrip etmeden sulhu sükûnu sağlayın. Sulh ve sükûnu sağlamak, insan haklarını teminat altına almaktır. İnsan haklarını tahrip ederek sulh ve sükûnu sağlamanın anlamı yoktur.”
Bunları söyledik. Biz hukukun adamıyız, meşruiyetçiyiz. Sulhu sükûnu sağlayalım diye haksızlıklar yapılmasına, büyük acılar ve yaralar açılmasına hiçbir zaman taraftar olmadık. Daha önce aşağı yukarı bir seneye yakın uyumuş olan kanunları çıkardık. İstenen herşeyi verdik. Sonradan, yeniden yetki talepleriyle geldiler. Gördük ki, sıkıyönetim dahi kan dökülmesini önlemek için çare değildir. Çare olmaktan çıkmıştır. (...)
Bu müdahalenin bir gerekçesi vardı: Anarşi. Kan dökülüyordu. Kan dökülmesi de önlenemiyordu. Sokağa çıkamıyorduk. Çocuklarımız okula gidemiyordu. “Madem ki önlenemiyordu, işte adamlar geldiler, önlediler. Daha ne istiyoruz?” deniyordu. Böyle bir gerekçe var orta yerde. Türkiye bu gerekçedeki aldatıcılığın henüz farkında değildir. Kim ister kan dökülmesini? Kan dökülmesini hukukun içinde kalarak durduralım. Demek ki 12 Eylül’den bir hafta önce kan dökülüyormuş, bir hafta sonra dökülmüyormuş. Eşkiya devletten daha güçlü değilmiş. Bu meselenin üstüne çok dikkatle eğilmek lâzım. Bu sorunun cevabını Türkiye bulamadığı takdirde devleti işletmesi mümkün değildir.