Bundan 107.5 sene önce gerçekleşen 31 Mart kalkışması, bilâhare
Selanik’ten gelen Hareket Ordusunun gerçekleştirdiği darbenin
gerekçesi olmuştu.
Şimdi de Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’un “başarısızlığa
programlanmış bir darbe girişimi” olarak nitelediği 15 Temmuz
kalkışmasının ardından benzer bir süreç yaşanıyor.
Allah muhafaza, şayet 15 Temmuz başarıya ulaşmış olsaydı, bilâhare medyaya yansıyan darbe planı haberlerinde de belirtildiği gibi sıkıyönetim ilan edilecekti.
Püskürtüldü; OHAL ilan edildi. Ve peş peşe çıkarılan kararnamelerle, OHAL hukukunu dahi fahiş şekilde ihlal eden hukuk dışı tasfiye ve operasyonlar birbiri ardı sıra gerçekleştirilmeye başlandı.
Özellikle on binlerce memurun sorgusuz sualsiz, neyle suçlandıklarını dahi bilmeden, savunmaları da alınmadan ihraç edilmesi, bardağı taşıran son damla oldu.
Bu arada, operasyonlarda canı yananların feryadı iktidar medyasında da seslendirilmeye başlanırken, en ilginç gelişmelerden biri önce Saray bürokratlarının “Operasyonlar bize döndü” diye yakınması ve sonra Cumhurbaşkanının “At izi it izine karıştı, hiç ilgisi olmayan insanlara yafta vuruluyor, bu yanlış” şeklindeki tepkisi oldu. Oysa “İhbar edin” çağrılarıyla bu furyayı tetikleyen de kendisiydi.
Ardından yine Cumhurbaşkanı valilere “Memur ihraçlarında yarışa girmeyin, âdil davranın” talimatı verme ihtiyacı duydu.
Keza Başbakan “Sapla samanın, kuruyla yaşın karıştırıldığına dair şikâyetler alıyoruz” diyerek aynı sıkıntıya dikkat çekti.
Ve sonuçta mağduriyetlerin iletilmesi için kurullar oluşturulduğu açıklandı. Şikâyetler bu kurullarda incelenerek neticeye bağlanacak ve haklı görülenlerin mağduriyetlerinin telafisi için de ayrı bir kararname çıkarılacak.