Bugünlerde Tarihçe-i Hayat’ı okuyorum.
Eskişehir müdafaasındaki (1935) birçok hususun halihazırda
yaşananlarla bire bir örtüştüğünü gördüm. Tıpkı 31 Mart olayından
sonra Divan-ı Harb-i Örfî müdaasındaki (1909) çok çarpıcı mesajlar
gibi.
İşte Eskişehir müdafaasından bir pasaj:
“Bir zaman, cerbezeli bir padişah, adalet niyetiyle çok zulmediyormuş.
“Bir muhakkik âlim ona demiş:
‘Ey hâkim! Sen, raiyetine (yönettiğin halka) adalet namıyla zulmediyorsun.
‘Çünkü tenkitkârane cerbezeli nazarın, zamanen müteferrik kusuratı (farklı zamanlarda işlenmiş kusurları) birden toplar, bir zamanda tasavvur edip, sahibini şiddetli bir cezaya çarpıyorsun.
‘Hem, bir kavmin müteferrik efradından vücuda gelen kusuratı (farklı bireylerinin işlediği kusurları), o tenkitkâr cerbezeli nazarında topluyorsun.
‘Sonra o perde ile, o taifenin her bir ferdine karşı bir nefret, bir hiddet size gelir; haksız olarak onlara vurursun.
‘Evet, senin bir sene zarfında attığın tükürük, bir günde senden çıkmış bulunsa, içinde boğulacaksın.
‘Müteferrik zamanda istimal ettiğin (değişik zamanlarda kullandığın) sulfato gibi acı ilaçları, bir günde birkaç kişi istimal etse, hepsini de öldürebilir.
‘İşte aynı bunun gibi, mehasinin (iyiliklerin) ortalarında bulunmasıyla, ara sıra kusuratı setretmek (kusurları örtmek) lâzım gelirken; sen, raiyetine karşı kusuratı izale eden mehasini (kusurları telafi edip ortadan kaldıran iyilikleri) düşünmeden, cerbezeli nazarınla müteferrik kusuratı toplayıp, ağır ceza veriyorsun.’