AP ve ANAP’tan milletvekili seçilerek uzun yıllar parlamentoda
görev yapmış olan tecrübeli siyasetçilerden merhum İhsan Tombuş,
Yassıada faciasına da şahit olan bir insan olarak 28 Şubat
yargısını değerlendirirken, “Hukukun bu derece ayaklar altına
alındığını hiç görmedim” demişti.
Bugünlere yetişseydi, kesinlikle çok daha derin bir hayret ve
dehşet içerisinde “Hayatta asla büyük konuşmamak lâzım, çünkü
beterin de beteri varmış” derdi.
Gerçekten Türkiye’de hukukun geldiği nokta, adalet kavramı açısından inanılmaz bir çöküş manzarasını gösteriyor.
Yargı bağımsızlığı diye birşey kalmamış. Hâkim güvencesi ayaklar altında. Ardı arkası gelmeyen siyasî müdahalelerle yargı kadroları hallaç pamuğu gibi dağıtılıyor. Tasfiye edilme korkusu, hâkimleri inanmadıkları kararlara imza atmak zorunda bırakabiliyor. Âdil yargılamanın en asgarî gereklerine uyulması bile hak getire.
28 Şubat’ta yargı laikçi resmî ideolojinin bekçiliği adına utanç verici hukuk ayıplarına imza attı ve tetiklediği tepkilerle bugünkü tabloyu ortaya çıkaran bir altyapıyı hazırladı. 2007’de Meclise cumhurbaşkanı seçtirmeyen 367 skandalı ile ertesi yıl AKP’ye açılan kapatma davaları, bardağı taşıran en son damlalar oldu.
Yargıdaki laikçi Kemalist vesayeti kırma iddiasıyla çıkarılıp 12.9.10 referandumuyla kabul edilen mini anayasa paketindeki düzenlemeler sonucu, bu defa “cemaatçi” kadrolaşma ve buna dayalı yeni bir vesayet iddiası gündeme geldi.
Şimdi ise 15 Temmuz kalkışmasının sorumlusu olmakla da suçlanan bu yapının tasfiyesi adına, daha önce hiç görülmemiş yöntemlere başvuruluyor ve hukukun en temel ilkelerinin dahi hiçe sayıldığı kıyım operasyonları yürütülüyor.