15 yılı aşkın bir süre önce, 28 Şubat kaynaklı mağduriyetlerin
üzerinde yükselerek iktidar olanların, “üstünlerin hukuku değil,
hukukun üstünlüğü” vaadleriyle, “güçlü olanın haklı olduğu değil,
haklı olanın güçlü olduğu bir dünya” söylemleriyle ve en son Adalet
Şûrâsında Kur’an’dan, hadislerden, İslam tarihinden “adalet
dersleri”yle yönetmeye devam ettikleri ülkemizde hukuk ve adaletin
içler acısı hali ortada.
Lâfa gelince mangalda kül bırakmazken, icraatta söylediklerinin tam
tersini yapmayı ısrar ve inatla sürdüren bir ikiyüzlülük.
Dinimizin de emri olan evrensel hukuk değer ve kriterlerinin tamamı ayaklar altında: Masumiyet karinesi, suç ve cezanın şahsîliği, âdil yargılama, savunma hakkı, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı...
15 asır önce Kur’an’da ve Veda Hutbesinde vurgulanan, sonraki asırlarda insanlığın zorlu mücadelelerle ortaya koyduğu tecrübe birikiminin ortak akılla tanzimi neticesi ortaya çıkan uluslararası insan hakları belgelerinde ve bunlara uygun anayasalarda sıralanan tüm hak ve özgürlükler hoyratça gasp ediliyor.
Mahkeme kararları iktidarın hoşuna giderse icra ediliyor; aksi takdirde uygulanmasına geçit verilmiyor. AYM’nin Mehmet Altan ve Şahin Alpay’la ilgili kararında olduğu gibi.
AYM bireysel başvuru kapsamında değerlendirdiği davada hak ihlâli tesbit ediyor ve başvuran gazetecilerin tahliyesine karar veriyor; ama buna rağmen ilgili ağır ceza mahkemeleri tutukluluğa devamda inat ediyor. Anayasanın “AYM kararları herkesi bağlar” şeklindeki açık hükmüne rağmen.
Hemen devreye giren Hükümet Sözcüsü, Saray danışmanları, Başbakan “Dosyaya hâkim olan, bidayet mahkemesidir; AYM kendisini onun yerine koyarak hüküm bina edemez” diyerek ahkâm kesiyorlar.