AKP, iktidarının ilk iki yılında askerî vesayeti geriletmek
için, anayasal altyapısı 2002 öncesi 28 Şubat hükümeti döneminde
AB’nin ısrarlı takibiyle hazırlanan “MGK’nın sivilleştirilmesi”
gibi reformları tamamlayan bazı adımlar attı.
Ama bir taraftan bunu yaparken, diğer taraftan AB ve
demokratikleşme karşıtı malûm kafayla uzlaşma mesajları da
verdi.
Meselâ 2004 Ocak’ında verilen Genelkurmay brifinginde askerin “AB reformları yavaşlatılsın ve askıya alınsın” talebi Başbakan Erdoğan’dan olumlu karşılık buldu.
Keza YÖK Başkanı Gürüz’ün bazı rektörlerle Kara Kuvvetleri Komutanını ziyaret ederek ondan telkin ve tavsiye almasına AB’den gelen eleştiri, AKP’nin “İç işlerimize karışamazsınız” tepkisine hedef oldu.
Bindiği dalı kesmekten farksız bu tavırlar AKP’nin devlet ve statüko ile bütünleşmeye ne kadar teşne olduğunun daha o günlerde su yüzüne çıkan ilk işaretleriydi.
Ve bu durum, üçüncü iktidar döneminin özellikle ikinci yarısında iyice belirginleşti.
AKP iktidarı son dönemde, ilk zamanlar sivilleştirmekle övündüğü MGK’yı öne çıkarıp referans göstererek ve Millî Güvenlik Siyaset Belgesine dayanarak yapılan tasfiye ve cadı avı operasyonlarını hararetle savunup sahiplenme konumuna savruldu.
AB reformları sayesinde bir ölçüde kısmen geriletilmiş gibi görünen askerî vesayetin yerine istihbaratçı-danışman ekiplerle iş gören Saray vesayetini ikame etti.
“Yargı vesayetini bitiyorum” diye yola çıktı; HSYK’ya getirdiği yeni düzenle yargıyı siyasî iktidarın vesayetine bağlarken, kilit ve kritik noktaları Kemalistlerle paylaştı.
Kendisine bağımlı bir medya yapılanması oluştururken, kayyım darbeleri, gasplar, baskınlar ve tutuklamalarla muhalif medyayı sindirme, susturma, tasfiye etme ve ele geçirme operasyonlarına hız verdi.